O sâdık teb'anın ismi Mustafa'ymış ama biz, kendisinden Çatalyürek diye söz edeceğiz. Çatalyürek, iş adamı Fehmi Çetinkaya'nın dedesi Ömer Efendinin amcazadesidir. Çatalyürek, 1900'ün biraz öncesi veya sonrasında iş icabı Mamüret'ül Aziz'den İstanbul'a gelir. O günün akşamında otel kâtibine çevrede yemek yiyebileceği iyi bir yer sorar. "Tokatlıyan İşhanı'nın altındaki lokanta" cevabını alır. Bu lokantaya gider, yerine oturur, yemeklerini ısmarlar. İçerisi doludur. Yakın masada ise hararetle konuşan üç kerli-ferli müşteri yemek yemektedir. Çatalyürek'in de yemeği gelir. Henüz başlamıştır ki birden iliklerine kadar irkilir. O kerli ferli adamlar, hem Allahü teâlâya, hem Sevgili Peygamberimize -aleyhisselam- ve hem de Sultan Abdülhamid-i saniye küfretmişlerdir. Ağzındaki lokma sanki zehir olur, âdeta beyninden vurulmuştur. Kat'i kararını verir "bir daha küfrederlerse üçünün de leşini yere sereceğim." Az geçmeden maalesef bir daha küfrederler. Çatalyürek, sür'atle silahını çeker ve üçünü de cansız yere serer. Oradakiler şoktan ayıkana kadar o çoktan karanlıklara karışmıştır. Failin izine rastlanamaz. Eşkali tesbit edilerek bütün şehirlere dağıtılır. Çatalyürek, kendini Anadoluya atmıştır. Değişik yerlere gider. Son menzili Bayburt'tur. Bir dükkânın önünden geçerken dükkân sahibinin dikkatini çeker. Artık beş parasız ve açtır. "Gel bakalım, der, dükkân sahibi, halin bir garip, ne var, ne yaşadın?" Otururlar. Adamı itimada şayan bulduğu için olanları anlatır. Tüccar "madem öyle, gel seni himaye edeceğim" der. O'nu bir aydan fazla süre misafir eder. Bir gün heyecanla misafirinin yanına gelir "şüpheler uyandığını anlıyorum, her ân baskına uğrayabiliriz. Bu gece Haleb'e bir ticaret kervanı gidiyor, bir deve tuttum, bu da harçlığın, durma yola çık." Kervan, yola çıkar ama, Tarsus'a geldiğinde zabtiyeler, Çatalyürek'i tanır ve yakalarlar. Yıldız'a telgraf çekilir. Telgraf, Sultan Abdülhamid Han'a arz edilir. "Eziyet edilmeden buraya getirilsin" emri alınır. Bir hafta kadar sonra Çatalyürek, İstanbul'dadır. Sultan'a maznunun getirildiği haberi arz edilir. "Bahçeye alın, fakat oturmayıp dolaşsın" der. Öyle yapılır. Yarım saat kadar sonra huzurdadır. Sultan "otur ve anlat, der, o şahısları niçin öldürdün?" Çatalyürek, "Allaha, Peygambere ve babama küfrettiler" der. Sultan, "hayır, babana küfretmediler" karşılığını verir. Çatalyürek "zâtı devletlileri de babam değil misiniz?" Sultan, tekrar sorar "ölenlerin kim olduğunu biliyor musun?" Bilmiyordur, Sultan söyler, üçü de Avrupalı sefirdir. Abdülhamid-i sani der ki: "Benden ne diliyorsun?" "İzol sefinesi olabilir Padişahım." Sultan "hayır der, o olmaz, sen tahsilli bir insansın, seni Haleb'e vali tayin ettim." İradeyi şahane ile devlet hizmetine layık görülür. O, artık bir kaçak değil bir eyalet valisidir... Bir zaman sonra her şeyden habersiz Bayburtlu tüccar, Haleb'e yine mal almaya gelir. Vali Bey, onu makama çağırtır. Karşısında himaye ettiği genci vali olarak görünce küçük dilini yutacak gibi olur, sadakat ile vefa kucaklaşırlar.