Obezite, son kavramsal misafirimiz, şişmanlığa, aşırı şişmanlığa obezite deniyor. Evvela fast-food denen bir yeme kültürüyle tanıştık. Bizim köftemize, patatesimize, ayranımıza rağmen sonu "burger"le biten yiyecekler masaları, elleri doldurdu. Bunlar olurken başka şeyler de oluyordu. Reklamlar hayatımıza girdi. Daha evvel yok muydu? Reklam, radyo döneminde vardı, sadece kulağa hitap ederdi, sonra tek kanallı siyah beyaz televizyon hayatımıza girdi. Esas reklam çağı çok kanallı, renkli ekran dünyasıyla hayata geçti. Bir tarafta küreselleşme, bir tarafta tek kutuplu dünya, kolalı, köfteli, ayaküstü atıştırmalı, kokteylli yemek kültürünün her tarafı istilası. Küreselleşme, kapitalist istilanın işini kolaylaştırdı. Zahire, dış görünüşe önem verilir oldu. Kalıplar takviye olurken kafalar boşaldı. Obezite bir anlamda kendine düşkünlüğün ifadesi. Çağın insanının özelliklerinden yahut kayıplarından biri ben merkezli olması. Boğazına düşkün diğerine alâkasız. Diğer, çevresi, sorumluluk dairesindeki herkes. Cümle bir masal sözü gibi olacak, diğerkâm, başkasını düşünebilen veya daha doğru ifadeyle düşünen ve bunu bir üslup edinmiş olan. Küreselleşme, köklerden kopma insanın bu tarafını da köreltti. İnsan sadece yiyen, içen, giyinen elde eden, kazanan yine elde eden maddeten ve mânen doymayan değildi. Okuyamayan çocuk için, maaşı yetmeyen işçi için, evladını yetiştiremeyen dul için, komşusu için, milleti için ve elbette insanlık için de yaşamadan insan olunur mu? Obezite dış bükey olmak. Bencillik iç bükeyleştikçe dış bükeylik artıyor. Öğrenilmesi gereken, öğretilmesi gereken çok kayıp değerler var. Onlardan biri de yalnızca kendini düşünmemek. Biraz da, bir miktar da başkalarının derdiyle dertlenmek... Diğerkâm olmak. Diğerkâm olmak, insan olmanın öbür adıdır. Sonu burgerle biten yiyecek düşkünlüğüyle mübalağayla tadlandırılmış reklamlarla diğerkâmlık, fedakârlık, diğeri için, başkası için yaşama zevki öğretilemez. Önce ben değil, önce biz kültürüne hasretiz. İş, yeniden gelip aileye, eğitime, cemiyete dayanıyor. O yörede ise kavgalar var. Bu kavga nasıl bitecek, diğerkâmlık nasıl öğretilecek? O ne cami hoparlöründen dehşetle bağıran vaizle, ne de kürsüden "Türkiye laiktir laik kalacak" diye haykıran eylemciyle gelir. Yaşamak lazım. Konuşma yaşa. Lisanı hâl, hâl lisanı, vücut dili, lisanı kal'den, sözden, hitabetten üstündür. Örnek insanlar azaldıkça, ârifler, kâmiller, kayboldukça fukaralığımız artıyor. Münevver, aydın, entellektüel, ümmi irfan ehli kadar olamadı. Çünkü okullarımız, fedakârlığı öğretmedi, kelime olarak da mefhum olarak da "diğerkâm"dan haberdar etmedi.