Şehirleşme sürecinin mâneviyat dünyamıza da etkileri odu. Eskiden ramazan ayına hazırlık, aylar öncesinden başlardı. Köylü toplum ağırlıklıydık. Ulaşım az ve zordu. Makinalaşma, otomasyon gelmemiş gibiydi. Yoklarla varları sıralasak, yoklar, listesi uzar gider. Maddi mahrumluklara mukabil sabırlar vardı. Aşklar vardı. Heyecanlar vardı. Kısacası ihlas, fazilet ve cömertlikler vardı. O ramazanlara hazırlanma yükü hanımlardaydı, ne mübarek kadınlardı onlar. Önce evler elden geçerdi. Onlarla birlikte kiler ve mutfak hazırlığı yapılır, ramazan gelince de sofralar misafirsiz kalmazdı. Misafir, zenginin de fakirin de sofrasında yer alırdı, baş tâcıydı. Bir bereket sebebiydi, kendisi gider bereketi kalırdı. Her şeyin en iyisi misafir içindi. Hatta misafir illa tanıdık da olmazdı. Bazı müminler, sokaktan adam çevirip sofralarına getirirlerdi. Gurbette ezanın okundu- okunacak, topun patladı-patlayacak olduğu o rikkat ânlarında yalnız kalmış Müslüman, rast gele bir kapıyı çalabilirdi, kapıdaki adam "tanrı misafiriydi". Şimdi "nerede o eski ramazanlar?" dememizi beklemeyiniz, nostalji bazen tembellik, bazen yılgınlığa yol açar. Nerede o eski şu bu diyerek bir yere varılamaz. Geçmiş ibret almak içindir, yaşanmış ve bitmiştir. Aslolan ders çıkartmak. O günlerden zamanımıza taşınması gerekenler mutlaka taşınacak, yoksa millet olamaz yahut millet kalamayız. Her devrin kendine göre güzellikleri olur. Dünün kendine göre olan güzelliği dine bağlılığın daha kalbden yaşanmasıydı. Herkes, daha içten, daha sadeydi. Yokluklara rağmen kadını erkeğiyle insanlardaki fedakârlık bugünden fazlaydı. Muhabbet vardı. Akrabadan, misafirden kaçılmazdı. Aile aynı sofra etrafında toplanırdı. Bugün bu değerler var mı? Yoksa iadeye çalışmalı. Ancak bunları yaparken de imtina edilmesi gerekenler var. Camiler, ses kirlenmesi yaşıyor, hoparlör, bir eziyet cihazına döndü. İftarlar sanki sadece hatırlılar için. Esas sevindirilecekler, fakir fukara, yoksullar, talebeler. Bazı otel iftarları, desinler, şaşaa ve israf içinde. Bunun mutlaka kendi özüne irca etmesi lazım. Parti ve belediye iftarları siyasi propaganda kokmamalı. Bir parti veya belediye bile iftar verse orada parti bayrağı olmamalı, siyasi konuşma yapılmamalı. İftar, yüce Allahın kullarına hizmet ederek onların sahibinin hoşnutluğunu kazanmaktır. Zekât, Kur'an-ı kerîmin, fıkhın şartlarına göre olmalı. 'Ver de nasıl olursa olsun, ister kâğıt para, ister döviz, ister çek, ister senet yeter ki ver' tarzında sözde zekât edası, inanmış kitleyi istismardır. "Kıl da nasıl kılarsan kıl, ver de nasıl verirsen ver" esas olursa ortaya İslamiyetler çıkar. Zekât gibi kurban da istismara dönüşmekte. Din, hiçbir şahıs, şirket ve resmi, gayrı resmi kurumun rant vesilesi olmayacak muazzam ve mukaddes bir müessesedir. Bu alanda en kınanmaya layık olanlardan biri de medyanın kendisidir. Bazı medya organları, ya dini içten tahrip eden kalemlere çanak tutmakta veya dini sayfanın bir tarafına bastığı ayet-i kerimenin karşısına müstehcen bir resim yerleştirmektedir. Aynı hafifliği daha başka tarzda televizyonlarda da görmekteyiz. Televizyonlar, kafa karıştırıcı programlardan, tartışmalardan şiddetle uzak durmalılar. Vatandaş, dininden memnundur. O dinini kendi topraklarının dışında da aramıyor. Sevgili Peygamberimiz /sallallahü aleyhi ve selllem/ Eshab-ı kiram, onların izindeki İslam devletleriyle Selçuklu ve Osmanlı'dan akıp gelen din orta yol dinidir. Buna "ehl-i sünnet", "sünni" denmektedir. Bazı abdestsiz namazsız ilahiyatçı öğretim üyelerinin mezhep, fıkıh, tasavvuf İslamiyet adına ne varsa külliyen inkâr etmeleri vatandaşlarımızı son derecede rahatsız etmektedir. Bu millet, Müslümandır, fakat dinci veya İslamcı değildir. O, ecdadının yolundaki Müslümandır. Bu itibarla ev hanımından o evin erkeğine, belediye başkanından devlet erkânına, medya yöneticisinden ilahiyat profesörüne, imamlara, vaizlere, diyanete kadar herkes, hepimiz bu güzel ayda kendimizi hesaba çekmeliyiz. Ferdi hayatımızda da sosyal hayatımızda da dini hayatımızda da nerede ne gibi hatalar işledik? Bunlara bakmalıyız. Dünden, atalarımızdan ne aldık? Bugün neyi, ne kadar ve hangi şartlarda yaşatıyor veya ihmal ediyoruz? Onları fark etmeli, yarınlara ne bıraktığımızın hesabını yapmalıyız. Bayrağımız hür bir şekilde dalgalanıyorsa, bağımsız bir devletimiz varsa, dünyada şerefli bir isme sahipsek bunu İslamiyet'e borçluyuz. Türk milletinin 5 bin yıllık tarihinde verdiği en üstün karar, İslamiyet'i seçmesidir. Dinimiz, bu milletin fıtratında olan kahramanlık, insanlık, namus, hürriyetine düşkünlük gibi hasletleri daha bir ortaya çıkartarak çifte su verip şekillendirmiştir. Ramazan, bu yolda yenilenme, kötülükleri ateşe atmaktır. Kimliğini hatırlamaktır.