Şu ân operasyon için iki görüş ortaya çıkmış durumda. Biri hemen Kuzey Irak'a girilmesini istemekte, diğeri diplomatik mücadeleyi derpiş etmekte. İlkine asker ve milliyetçi çevreler taraftar. O kadar ki asker ihtiyatı elden bırakmayıp yetki meselesine atıf yaptığı halde milliyetçi bir parti iktidara çok ağır sözler sarfetmekte. Buna mukabil hükümet, hariciye enstrümanlarını kullanmaya başlamıştır. Türk Hükümeti, tecrübeli diplomatlarıyla NATO, Avrupa Konseyi ve BM nezdinde harekete geçmiş durumda. Onlara hem problemi anlatmaya çalışmakta ve hem de BM kuruluş kanununun 51. maddesinin üye ülkelere verdiği meşru müdafaa hakkı hatırlatılarak, arşivden 1926 yılında Türkiye, İngiltere ve İngiltere vesayetindeki Irak arasında akdedilmiş olan hudut andlaşmasıyla muhtemel tecavüzlere karşı alınacak tedbirlere dair yetkiler manzumesi masaya konulmakta. Bunlar iyi fakat geç kalınmış. Madem ki böylesi haklarımız vardı, hariciyemiz, neden 25 senedir dünya gündemine getirmedi? Bu soru haklı. Fakat yine de zararın neresinden dönülse kârdır. Diplomatik teşebbüsümüz tam bir taarruz halini almalı. Amerika, dahi Irak'a her iki girişinde de dünya ile birlikte hareket ettiği intibaını verdi, "uluslararası güç" diye bir kamuflaj kullanıldı. Arkasına BM'yi aldı. Bizim yanımızda yer alan olur mu? Olmasa bile tavırları yumuşatılır. Sertlikler törpülenir. Onun için beynelmilel mevzuatın verdiği bütün imkân ve salahiyetler sonuna kadar kullanılmalı. Haklı olmak yetmiyor. Dünya da haklı olduğuna inanacak. Yalnız şu var. Hadise çok çetin, netice almak fevkalade zor. Diplomatik arayışımızda Irak'a baskı yapılmasını talep ediyoruz. İyi de Irak ne? Irak yönetimi bir Washington güdümlüsü değil mi? Bu dolaylı olarak 'Beyazsaray'a baskı yapın' demek olmuyor mu? Amerika'ya rağmen hangi devlet Irak'a baskı uygular? Veya Irak'a baskı uygulansa bile Amerika seyirci mi kalacak? Yahut kim Beyazsaray'ı karşısına alır? Sıcak takipte düşünülen nedir? Kuzey Irak'a girildiğinde orada sadece peşmerge yok, işgal askeri de var. Tıpkı bunun gibi diplomatik taarruzda da nihai noktada karşımıza yine Amerika çıkacak. Müttefikimiz, 1 Mart 2003 Tezkeresinde hafife alınmasının hesabını görüyor. Bu noktadan bakınca Terörle Mücadele Koordinasyonu fikri yalnızca zaman kaybı oldu. İyi niyet dilekleri ve hoş sözlerden öte fiilen bir şey yapılamadı. Çünkü biz ne dersek diyelim, muhatabımız hep kendi kafasındakini söyledi. Onun için sil baştan gibi bir durum doğmuş oluyor. Her gün şehit tabutları taşıyoruz. Akan kanın durması gerekiyor. Şayet Amerika sıkışırsa "Kuzey Irak'ın güvenliğini mahalli idareye devrettik" diyerek mes'uliyeti üstünden atacaktır. "Mahalli idare" denilen Mesut Barzani, Ankara ile arası iyi değil. PKK'ya karşı herhangi bir cezalandırıcı adım atmasıysa imkânsız, hayal. Barzani,"siyasi çözüm bulun" diyor. İşimiz kolay değil. Hem kan dökücü örgütü bitireceğiz, hem Türkiye Kürtlerini, hem Irak Kürtlerini kaybetmeyeceğiz, birliğimiz, huzurumuz zarar görmeyecek. Bu işler artık üstün politika istiyor. Millî politikamız, devlet politikası olmalı. Partiye kazandırma düşünceleri bu cepheden uzak durmalı.Topyekun diplomatik hücum şart. Bütün ihtimaller hesaba katılarak, önceden hesaplanarak muhataplarla müzakereye oturmalı. Başımıza büyük bir dert açtılar. O derdi açanlar, bugün ikili oynamaktalar. Dün bir kaç çapulcu denen olay bugün bu çapa erdi. Bu meseleyi halledecekler kahraman olacaktır. En kötü barış en iyi zaferden daha iyidir. Asker ne diyor? "Siyasi irade!.." Sandıktan kudretli bir siyasi iradenin çıkması lazım. Seçimler, mutlaka 22 Temmuzda yapılmalı ve âcilen yeni hükümet kurulmalı, âcilen cumhurbaşkanı seçilmeli. 60 saniye dahi uzun zaman.