Erdoğan, bir diyalog toplantısı yapabilir

A -
A +

Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan, üniversite rektörleriyle yüksek yargı başkanlarını toplayarak onlarla baş örtüsü meselesini enine boyuna konuşabilir. Hatta belki sadece onlarla değil. Bir araya gelinmesinde fayda olan herkesle toplantı yapılabilir. Şayet ülkemizin istikbali adına bu işte bize düşen bir vazife varsa şurada herkesin önünde hizmete hazır olduğumuza dair taahhütte bulunuyoruz... Neden diyalog? Birçok kere yazdık, bir kere daha tekrarlayacağız. Bu vatanın insanları ne yazık ki dönemine göre çeşitli sebeplerle birbirinden koparıldı. Akdeniz'le Atlas Okyanusunun suları gibi buluştu fakat karışmadılar. Her dönem bir kavga mevzuu keşfedildi. Bakınız daha başörtüsünü hale-yola koymadan stepne olarak başka ihtilaflar gündeme taşınmakta. Pazar günü Kadıköy'de Alevi yurttaşların tertipledikleri mitingde bir pankart ne kadar çirkin ve ne kadar ayıptı. Orada "Yezidin çocuklarına" yazmaktaydı. Keza bir rektör, akılları durduracak bir laf etti. Rektör diyor ki: "Öğrenci, yarın başı örtülü olarak karşıma gelirse onun notunu kırarım". Böyle bir vicdan, insaf ve adalet olamaz. Diğeri de başı açığın notunu mu kıracak, bir diğeri etek rengini beğenmediği genci mi süründürecek? Olmaz böyle şey. Bu olmazların tek sebebi... Diyalogsuzluk. Şayet bir ajan değil de gerçekten kendini Alevi sanan biri ise o pankartı açan, yüzde yüz eminiz ki doğup büyüdüğü şu memlekette camileri bir turist kadar dahi tanımıyordur. Bir kısım Aleviler, camilere girseler duvarlarda Hazreti Ali ve iki müstesna evladının temiz isimlerini gördüklerinde şaşkınlığa düşeceklerdir. Bazı sahte tarikatçılar gibi bazı sözde dedeler bu insanlarla hakikatler arasında kalın perde olmaktalar. Zaman içinde Alevilik kendi üstüne kapanarak kendine mahsus bir tekke haline gelmiş. Bazı yargıçlarla bazı üniversite öğretmenleri de bundan farklı değil. Onlar da bir orijinal sosyete olmuşlar. Ki vergilerinden istifade ile hayat ve meslek idame ettirdikleri Türk milletini her şeyi ile çok yakından ve çok mükemmel bir şekilde tanımıyorlar. Türkiye, dün olduğu gibi bugün de halk ve aydın kopukluğunu yaşamakta. Bu kopukluk yahut paradoks/çelişki dün kalblerde cereyan eden bir red şeklindeydi bugün şehirleşme gibi sebeplerle sosyal hayata taşındı. Halbuki ayrılıklar ve aykırılıklardan ziyade müşterek yanlar çok ama çok daha fazla. Niçin Yezid'i 15 asır sonrasına getiriyorsun? Onun yerine Hepimiz Hazreti Ali'yi seviyoruz de. Niçin örtüden dolayı not kıracaksın? O çocuğun dünya ortalamasına bak. O örtülü kız da onun annesi de babası da ağabeyi de...tıpkı açık bir vatandaşımız gibi bu ülkenin kederiyle kederlenmekte, sevinciyle sevinmekte. Milli takımın galibiyeti bu saydıklarımızın hepsi için zafer. Asker veya polisimizin burnu kanadığında bundan hepsi üzülmekte. Marmara depreminde kim ağlamadı? Böyle bir iddia olabilir mi? Üzülmeyen tek kişi var mıdır acaba? Terörden, trafikten, infilaktan ölen vatandaşlarımız için başı açık mı üzülmedi, başı kapalı mı? Biz aynı milletiz. Aynı kültürün mensuplarıyız. Her millette renkler vardır. Renkler sadece Mao Çin'inde yoktu. Çin'de herkes tek üniforma içindeydi. Ama Mao ölünce bu tekdüze hayat derhal terk edildi. O terk edilince Çin süper güç adayları arsına girdi. Bunları en iyi aydınlar bilmeli. Rektörler, akademisyenler, hukukçular. Sloganların arkasında kalmak, aydınımıza entelektüel olma fırsatını vermiyor. Bir deyimimiz vardır "kinim, dinimdir." Bazıları bu tutumda. Olmasa iyiydi. Doğru. Fakat ne yazık ki bazı anlayışlar böyle. O halde bu devlet gemisini yürütmekle mükellef iktidarın kaptanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aydınlarla, sivil toplum kuruluşlarıyla bu konuda hemfikir olacak teşebbüslere girmelidir. İlk elden rektörler sonra yargıçlar, sonra diğerleri davet edilerek onlarla bilmedikleri, görmedikleri, göremedikleri bazı somut problemler paylaşılmalıdır. İçlerinde bazı söz anlamazlar çıkabilir. Ne yaparsınız marjinaller, bağnazlar her zaman ve her yerde vardır. Bugüne kadar çocuklar üniversiteye gidemiyor diye çıkan sürtüşmelerle çok zamanları heba ettik. Bugün de girecekler diye zamanlar heba etmeyelim. Öyle ki bazı kişiler tv'lerde hiç sakınmadan çatışmadan vs. söz edebilmekteler. Kim kiminle çatışsın? Ancak bu mümkün görünmese de Kadıköy mitinginde küfreden o pankartı hazırlayan kışkırtıcı zihniyet bu defa da üniversiteye sirayet eder. Kitleleri çığırından çıkartmak kolaydır. AK Parti'nin mevzua dair MHP ile mutabakata varması fevkalade isabetli olmuştur. Şimdi aynı mutabakatın çerçevesi genişletilmeli. Başbakan Erdoğan, hazreti Mevlana'nın meşhur sözünü bilir "sen ne dersen de anlattığın karşındakinin anladığı kadardır". Hükümet iyi niyetle çok şeyler anlatıyor, lakin peşin hükümler var, aynı çatı altında ayrı hayatlar yaşanmış, sular karışmamış. İşte teklif ettiğimiz bu diyalogla o kireç tutmuş peşin hükümler kırılabilir. Belki aynı dilin konuşulduğu fark edilecek. Bir hatırayla bitirelim... TGRT'de Entelektüel Boyut programlarından biri... Sözünü edeceğimiz programı edebiyat üzerine yapmaya karar vermiştik. Tesbit ettiğimiz isimlerden biri Ataol Behramoğlu, diğeri Ahmet Kabaklı'ydı. Sayın Behramoğlu hemen kabul etti. Fakat merhum Kabaklı, "ben o solcuyla aynı masa etrafında oturmam" diyerek itiraz etti. Tabiî "solcu" demediğini tahmin etmişsinizdir. "Aman Hocam öyle değil, Ataol Bey, şöyle biridir, böyle biridir" diyerek çok dil döktük. Nice sonra razı oldu. Programda bir de baktılar ki aynı zevki, aynı estetiği kastetmekte, aynı eleştirileri yapmaktalar. Yayından sonra çok samimi şekilde kucaklaşarak ayrıldılar. Sağ-sol ihtilaflarını aştık. Bedeli, vebali ağır oldu ama onlar şimdi birbirlerini tanıyorlar. Sıra laik-muhafazakâr ihtilafını aşmakta. Ona da az bedel ödenmedi, az vebal çekilmedi Yenilere gerek yok. Bunu aşmak enflasyonu tek haneye düşürmekten çok daha değerlidir. Zira sosyal çalkantılar ekonomiyi her ân vurabilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.