Ne kadar şanslı, ne çok bahtiyardık; iki bayramı birden yaşadık. Cuma ve Ramazan Bayramı. İki misafirimiz birden çıka geldi. Bir aylık bir hazırlık sonrasında mü'minler, iki ödül birden aldılar, bayram ve Cuma. Bu iki bayram her zaman böyle kucaklaşmaz. 75 milyon Türkiye, 200 milyon Türk âlemi, 1.5 milyar İslâm âlemi, aynı heyecan, aynı duygu, aynı aşkla bayramlaştılar. Dileriz bayramları bayram, duaları kabul olmuştur. Zenci Müslüman, Tatar Müslüman, Cezayirli Müslüman, Uygur Müslüman, Türk Müslüman, Arap Müslüman, Malezyalı, Somalili, Kürt Müslüman bayram yaptılar. Iraklı, Filistinli bile bayramı unutmadı. Oruçlar, teravihler arkada kaldı. Bu kez, sabah namazı, bayram namazı ve cuma namazı Müslümanları saf saf topladı, Allah'a çağırdı. İstanbul'da, Kahire'de Şam'da, Kerkük'te, Tunus'ta. Hep aynı heyecan, aynı aşk, aynı kardeşlik yaşandı. Bağdat'ta Kudüs'te bile. Bir şey hariç. Bir tek şey. İhanet hariç. Hainler hariç. 40 bin Türk, 25 bin Kürt 10 bin sivilin ölümüne sebep olanlar hariç. Niyetleri, inkâra dayalı olanlar hariç. Yüzlerini Kürtçülük maskesi ile gizleyenler, bu coğrafyayı, bu kardeşliği bölmek isteyenler, Türk'le Kürd'ü, Müslüman'la Müslüman'ı karşı karşıya getirenler hariç. Ak sakallı dede de, ak yaşmaklı nine de askerdeki Mehmet de gurbetteki emekçi de vatan fedaisi şehidin yetimi de bayram yaptı. Eller öpüldü. Dualar alındı. Giysiler temiz, üst-baş temiz, kalbler temizdi, müminler bayramdaydılar. Her yandan buğu buğu dualar yükseliyordu, gül kokulu dualar. Fakat kalbimiz, içimiz buruk. 75 milyon buruk. "İnsanım", "Müslüman'ım" diyen herkes kederli. Tam da Kadir Gecesinin kollarına atılacağımız vakitte, tam da bayram arifesinde iki düzineden fazla şehid verdiğimiz için, iki düzine Çanakkale torununu toprağa emanet ettiğimiz için, dün vilayetimiz olan diyarlara bugün silahla girmek zorunda kaldığımız için, Müslüman kanı döküleceği için, içimiz bir hoş, kalbimiz buruk. Mevlana Celaleddin'in, İmamı Cüzeyri'nin, Yahya Kemal'in aynı aşkı terennüm ettiği iklimde aynı dinin mensuplarını karşı karşıya getiren bir tezgâh ve bir ihanet var. Sabrımız Cudi Dağı kadarken onu zorladılar. Ve nihayet sözün bittiği yere geldik. Nush ile anlamayana ne yapılması gerekiyorsa o şart oldu. Birtakım tutulmuş uşaklar Türk'ü meşru müdafaaya zorladılar. Onun için, bir bundan dolayı, yüzümüz gülse de içimizde bir sancılı ukde var... Bir de diğer cephede soykırım iftirasına uğramamızdan dolayı . Yıl 1915'ti. Yine bugünküne benzer bir haldi. Yine meşru müdafaa zorunda kalmıştık. Birtakım Ermeniler çatışmalarda öldüler. Keşke emperyalistlere kanmasalardı, Osmanlı'yı arkadan vurmasalardı, keşke ölmeselerdi, yine sâdık kalsalardı. Neylersiniz iş olacağına varıyor. Bu demektir ki yüz yıl sonra da tarih tekerrür edebilecek, Türkler, bu defa da Kürt soykırımı iddiaları karşısında kalabilecekler. O zaman da kimse Kürtçülerin emperyalistlere yem olduklarını hatırlamayacak. Çare nedir? Çare dün olduğu gibi. Osmanlı gibi. Ecdat gibi yeniden, bir kere daha dünya devleti olmaktır. Çünkü kuvvetli olan haklı. Bu dünyada, bu kurtlar sofrasında her zaman güçlü haklı. Bu yüzden çok çalışmamız lazım. Bileği bükülmez olmak lazım. Silah, iki türlü, silah ve kalem. Burası da bir cephe. Siz de cephedesiniz. Bir gaza askeri var bir de dua. Leşkeri dua, leşkeri gaza. Çok dua edilecek günlerdeyiz. Belki gözyaşı kanı engeller. Ahlar zalimlere yıkım olur. Dualarınız eksilmesin, gül renkli dualar. Gül ki bir Peygamberi Zîşan/Şanlı Peygamber'in remzidir, sembolüdür. İnsan düşünmeden edemiyor. Bu ümmet nerede, nasıl bir hata işledi ki yapay bir hududun iki tarafına düşerek biri diğerini düşman saydı. Bu ümmet, yoksa bu ümmetin sahibi Sevgili Peygamberimizi mi incitti -aleyhisselam- O'nu inciterek gadabı ilahiye mi yol açtı? Yoksa ümmet bitti mi, bitirildi mi? Tefekkürünüz derin olsun.