Hapishaneler de nihayetinde bu dünyanın, hayatın bir parçası. Hiç olmasalardı ne kadar iyi olurdu. Veya mevcut olsalar bile boş kalmaları. Fakat bunlar sadece iyi dilek. Hapishaneler de insanlık tarihi kadar eski. İnsanlık tarihinde suç vardır. Suç varsa ceza vardır. Ceza varsa infaz vardır. İnfaz mekânı da cezaevleridir.. Bizim halkın dilinde hapishanenin adı kısaca "mapusane"dir. Ayrıca argosuyla "dam" denir. Orada yatmanın ne demek olduğunu anlatmak içinse "zından" tabiri kullanılır. Yusuf aleyhisselamın kuyuya atılmasından kinaye hapse düşen bazıları ise zındanı medrese gibi görmüşlerdir. Muhakkak ki daha bir çok isimleri bulunuyor. Cezaevi, ceza ve tevkif evi gibi isimlerse resmi adlar. Bu adlara son senelerde F Tipi denen bir model eklendi. Bir de hapishanenin ayrılmaz parçaları gardiyanlar vardı eskiden. Şimdi unvanları değişti. Hapishane türküleri vardır insanı yüreğinden vurur, seferberlik çığlıkları gibidir. "Görülmüştür" kaşeli mektuplar vardır, asker mektuplarına benzer. Boncukla işlenmiş tesbihler ve "maşallah" yazılı saçaklar hapishane aksesuarlarıdır. Meşhur sözleri "Allah kurtarsın!" cümlesidir. Bilhassa yeni düşenler için söylenir. Koğuş ağaları, ağalığın içerdeki devamıdır. Velhasıl dediğimiz gibi cezaevleri mutasavvıflar için zaten kendisi de bir hapishane olan bu dünyanın bir parçasıdır, tıpkı hastaneler gibi. Üstelik "içeri" düşmüş olan her, hükümlüyü peşinen mahkum etmemeli. Bir kararın mutlak isabetli olduğunu cezayı veren hakim bile söyleyemez. Şahit yanıltabilir, başkasının suçu üste alınır, rüşvet döner, evrak yetmez vs. ayrıca kendi aralarında kategorileri vardır. Irz düşmanı, kapkaççı ile namusu için veya fikrinden dolayı hapse düşenler bir görülemez. Bir de hapse düşüp de ıslahı nefs edenler var. Bir mektup hatırlıyoruz, batıdaki illerimizden birindeki bir cezaevinden geliyordu. Mahkum şöyle demekteydi "buraya düşene kadar kitabı tanımıyordum, tanısaydım buraya düşmezdim. Kitabı burada tanıdım. Şimdi kütüphane kuruyoruz bize kitap yollayın". Evet, hapishanede ilmini irfanını arttıranlar, namaza-niyaza başlayanlar, üniversite bitirenler de oluyor. Tersi de görülmekte. Orada suç kursuna gitmiş gibi tecrübe kazanarak çıkanlar da olabilmekte. Nerden icap etti bu hapishane yazısı? Hapishane, akıl hastanesi, fakir-fukaraya bakan kamu hastaneleri, Darülaceze ibretlik yerler, arada bir olsun gündemin baskısından kurtulup buraları hatırlamalı, yazmalı, konuşmalı. Bu birinci sebep, ikinci sebepse salı günkü bir toplantı. İstanbul Kültür Müdürlüğü, Four Season Otel'de İstanbul Küresel Başkent konulu bir toplantı tertiplemişti. Burası eski Sultanahmet Cezaevi. Bina, orta dönem Osmanlı eseri. Bir cezaevinden bir saray doğmuş adeta. İnsan oradayken ister istemez vaktiyle bu cezaevinde yatmış eski mahkumları hatırlıyor. Kim bilir kaç yazar, şair, fikir adamı bugün bizlerin serbestçe toplanıp konuştuğumuz şu salonlarda çile çektiler? Kaç eser bu duvarlar arasında yazıldı? Şu da kaderin bir cilvesi tabii. Belki aynı insanlar buralara düşmeselerdi Türk edebiyatı o meşhur eserleri kazanamayacaktı. Öyleyse kimlerin gelip geçtiği araştırılarak bu eski hapishane, yeni uluslar arası otelin duvarlarından birine vaktiyle burada yatmış olan edebiyatçıların, fikir adamlarının isimleri, eserlerinden parçalar yazılmalı, belki müze otel gibi olmalı veya bir salonu o isimlerle eserlerle birlikte müze yapılmalı. Bunu otel yöneticilerine teklif ettik. Sizlerle de paylaşmak istedik. Ömrünü eser vererek tüketenleri unutmamalıyız.