Dünya Harbi'nden bu yana karşılaştığımız en tehlikeli hadiseyle burun burunayız. II. Cihan Harbi nisbeten uzağımızda cereyan etti, Iraksa ırağımızda değil. Bilakis bir çok noktalardan iç içeyiz. Bir kere komşuyuz. İkincisi, mezhep İmamımız ve din ulularımızdan mühimce bir miktarı burada. Asırlarla hakimiyetimizde kalmış iller. 4 milyon civarında Türkmen unvanlı Türk Irak'ta yaşamakta. Onların Irak'taki tarihçesi 1071'den evveline uzuyor. Diğer unsurlar da yabancımız değil. Kürt ve Araplarla da din kardeşliğimiz kültürel ve tarihi yakınlığımız var. O kadar ki bazı Türkmenler şia iken Kürtler ve Araplarla itikat birliğimiz mevcut. Dolayısıyla Türkiye, hangi devlet her neyi arzu ederse etsin doğusu batısı, kuzeyi güneyi ile bölgenin bütün milletleriyle girift bağlarla bağlıdır. Tarih ilmi çok önemli. Namuslu bir anlayışla tarihin öğretilmesi lazım. Tarih, bir ezber ilmi değil. Tarih öğretiminde ezberciliğe kaçıldıkça nesiller ondan soğur. Halbuki tarihin sevdirilmesi lazım. Tarihte her şey gönlümüze göre cereyan etmemiştir. Ama olmuş bitmiş ve zamana mal olmuş vak'aları değiştirmeye kimsenin hakkı yok. Zaten değiştirilemez de. Ne var ki bırakınız tarih ilmini, vahye dayalı din ilmiyle dahi oynamak gibi ihanetlere bile rastlıyoruz. Her yetişen insanın bu toprakların hamuru ve çamuruyla karılması gerekiyor. Vatan kolay kazanılmaz. İstenildiği kadar globalleşme, istenildiği kadar Avrupa Birliği. Fakat önünde-sonunda sizin bir eviniz olacak. 800 bin km2'lik bir vatanımız ve 80 milyon civarındaki nüfusumuz en kıymetli zenginliğimizdir. Bir de verdiğimiz rakamların kat kat üstünde çevre tesirimiz var. Bütün bu zenginliklerin içinde en değerli cevherse gençlik. Gençliğin ne kadarı bu toraklara ne kadar bağlı? Onda din, milliyet, tarih, kültür, edebiyat ve vatan sevgisi hangi ölçülerde? Kendini kime ne kadar yakın hissetmekte? Elimize sağlıklı bilgiler bulunuyor mu? Fire vermediğimizi söyleyebilir miyiz? Hangi hedefler, nasıl yönlendirdiyse ortaya popçu ve topçu nesiller çıktı. Bereket ki disiplinli bir ordumuz var. Orduda eksik ve düzeltilmeye muhtaç taraflar yok mu? Bunu bizatihi Hilmi Özkök Paşa açıklıyor. Ancak her müessese, kendine devrin zaruretlerine göre çeki-düzen verir. Önemli olan esastır. Eğer şu gün büyük bir nüfus ve güçlü bir orduya sahip olmasaydık Türkiye, Mersin'den Trabzon'a uzanan hattın doğusunda kalan topraklarıyla işgal altındaydı. Her ne okunursa okunsun. Ne tahsil edilirse edilsin. Dış memleketlere giderek tahsil yapmak, ticaret yapmak demek, oralara kapılanmayı icap ettirmez. Bu toprakların suyu, havası ve ekmeğiyle yetişmiş olanların bu memlekete aşk derecesinde bağlanmaları, bu topraklarla yoğrulmaları şarttır. Herkesin bu topraklara borcu var. Vatan sevgisi imandandır. Hakikatlere hamaset diyerek az kötülük yapılmadı. Onun için Millî Eğitime, Orduya, çok kişi çalıştıran şirketlere, kitlelere tesir eden basın-yayın organlarına mukaddes vazifeler düşüyor. En çıplak şekilde bugünün gerçeklerini göstermek ve en sarsılmaz sevgilerle de dün ve yarınlar arasında köprüler kurmak. I. Dünya Harbinden sonraki en ciddi meseleyle yüz yüzeyiz. Stadyumlarda "ölmeye ölmeye geldik!!!" diye bağırmak kolay. 5 yıl boyunca her sabah "varlığım Türk varlığına armağan osun!" demek yalnızca bir ağız alışkanlığı ve resmi bir mecburiyetten mi ibaret? Kalplere hangi değer ne kadar işledi?