Türk ve İslam Eserleri Müzesi, narin ve nadir eserlerden meydana gelen muhteşem bir sergiye ev sahipliği yaptı. "Bir Kul Bir Resul" adındaki sergiyi görebilmek için her yaştan İstanbullular, müze kapısının iki tarafında upuzun kuyruklar meydana getiriyorlardı. Ziyaretçilerin belki de çoğu gençlerdi. Gençlerde de Halime anne hasretli, hazreti Hatice hayranı, hazreti Ayşe tutkunu genç kızlar olabilir. Sergide olanları nasıl tasvir edebiliriz ki!... El yazması, gözün bakmaya kıyamayacağı Mushaf-ı şerifler, O'ndan güzellikler muştulayan Hilye-yi Saadetler, hatlar, nadide kitaplar, emsalsiz eşyalar ve daha onlarca eser, 15 asır öncelerinden günümüze gülümsüyorlardı. Sergi kısa sürdü, adeta açılmasıyla kapanması bir oldu. Belki çok İstanbullu duyamadı bile. Bu sergi ya üç ay devam etmeli veya daha başka mekânlarda tekrarlanmalı. Yahut Ramazanı şerif müddetince ziyarete açılmalı. Şüphesiz ki O'nun sevdalısı Anadolu unutulmamalı. En güzeli bunların hepsi birden yapılmalı. Sergide iki şey güzel değildi. Birincisi "atfedilen" ibareleri, ikincisi de "tılsımlı gömlek" tabirleri. Asırlarca öyle inanılmış olan bir emanete bu kâğıdı iliştirerek zihin bulandırmanın anlamı var mı? "Hazreti Peygambere atfedilen." hayır bu çok yanlış. İkinci hataysa duayla, tılsımı karıştırmak. Tılsım, büyüdür, caiz değildir, dinimiz reddeder. "Tılsımlı gömlek" meşhur adı böyle olabilir ama orası bir avam kıraathanesi değildi, "şifa ayetleri yazılı gömlek", "dualı gömlek" denmesi gerekirdi. Bir de ileride gerçekleştirilecek sergilerde mekân geniş tutulmalı, güvenlikçi bayanlar kibar personelden seçilmelidir. Hatta Kâinatın Efendisine hürmeten açılan bir mukaddes eserler sergisinde görev alan bayanların başlarının örtülü , kıyafetlerinin itinalı olması işin mânâ ve edebi gereğidir. Bir Kul Bir Resul, sergisinden çıkınca Tayyare Parkı'nda asılı bir pankart gözümüze ilişti. Bir ân için ürperdik. Tayyare Parkı, Fatih Belediyesinin önündeki parkın ismi. Pankartlar, pankart olalı böyle bir güzel söz taşımamıştı. Üzerinde "Hoş Geldin Ya Resulallah" yazılıydı. Bu hitabı görüp de işitip de okuyup da ürpermemek mümkün mü? Önce zihniniz yıldırım hızıyla "acaba?" diyor. Sonra "elbette" demekten kendiniz alamıyorsunuz. Bu cümle hepimizin hislerine billurdan bir terennümdür. Söylenmek istenen şu "O'nun doğumuyla cehaleti aydınlığa çevirmesine, kâinatı nura gark etmesine, O'nun -sallallahü aleyhi ve selem- doğumuyla insanlığı tâçlandırmasına, O'nun Resuller Resulünün, tenezzülen aramıza katılmasına ellerimiz bağlı, başımız öne eğik olarak en hafif ses tonumuzla 'hoş geldin ya Resulallah, ey ezeli ve ebedi olan yüceler yücesi Allah'ın habercisi hoş geldin, safalar getirdin, sen gelmeseydin, ya sen gelmeseydin halimiz nice olurdu, insanlık gemisi hangi ölüm kayalarına çarpardı???" İnsanlık, insanlıkta nasibi olanlar 15 Asırdır O'ndan haberdar. Fakat ne yazık ki.. Binlerce kere hayıf ki. Şu gün, şu topraklarda hâlâ Peygamberinin ismini bilmeyenler var. Getirdiği kitabı bilmeyen, Amentüsünü bilmeyen, Allah'tan gafiller var. Bir tane veya bin tane. Ancak var. Maalesef var. Namazını bilmeyen, Fatihasını bilmeyenler var. Bir tane veya bin tane ama var. Sevgili Peygamberimizi tanımak, saf, tertemiz, İslamiyet'i, son ve en mükemmel dini tanımak, bilmek, huzurla saadetle buluşmak, cennete açılan kapıların önüne varmaktır. Onu sevmek, sevilmeye layık olanı bilmektir. Teşekkürler Allah'ım. Teşekkürler Allah'ım, Habibinle Sevgilinle bizi şereflendirdiğin için. O'nu sevdiğimiz kadar insanız.. Varlığımızı sana borçluyuz ya Resulallah. Hoş geldin, mübarek ve mukaddes ellerinden öperiz.