AB 3. raporda yumuşadı. Daha evvel ilk raporlarla "zarf" atıldığını söylemiştik. Ne koparılsa kâr sayılacaktı. 17 aralığa kadar daha da yumuşama görülecektir. Bu noktada AK Parti iktidarının duruşunu tahlil günüdür: Bilindiği gibi 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra AK Parti, Abdullah Gül başkanlığında hükümet oldu. Abdullah Gül'ün milletvekilliği ve başbakan yardımcılığı tecrübesi vardı. Partinin genel başkanı ise Recep Tayyip Erdoğan'dı. Bu isim liderliğindeki bu parti, yüzde 34 oy alarak 400'e yakın milletvekiliyle TBMM'ne girmişti. Buna rağmen medyada "Tayyip" denerek hâlâ küçümseniyordu. AK Parti hükümet olmuştu. Fakat ortada garip bir durum vardı. Genel başkan mahkemede ve meclis dışındaydı. Buna rağmen Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa ülkeleriyle ABD'ye çok hızlı, kapsamlı ve kararlı seyahatler yaptı. Fransa ve ABD devlet başkanları ile konuşurken onlar gibi kendisi de ayak ayak üstüne attı. Bu tavır alışılmış değildi. Ne yazık ki öteden beri yaşanan kompleksler vardı. Komplekslerden biri de Erdoğan'ın yabancı lisan bilmemesiydi. Öyle bir şartlanmışlık yaşanıyordu ki başbakan olan biri mutlaka İngilizce konuşmalıydı. Bunlar aşıldı. O temaslarla son dönem AB sürecimizin temelleri atıldı. Bu arada TBMM son zamanlarda görülmedik şekilde süratli ve muhtevalı şekilde çalıştı. Çıkan kanunlar, alınan tedbirler AB'lileri şaşırttı. Sonraki hadiseler hatırdadır: AK Parti genel başkanı Erdoğan, beraat etti. Bir Siirt milletvekili yerini boşalttı. Erdoğan, yapılan ara seçimle oradan meclise girdi. Bu Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk milletvekilliği tecrübesiydi. Daha evvel il başkanlığı hariç sadece 4.5 yıl belediye başkanlığı yapmıştı. Belediye başkanlığı da birinci dereceden politikacılık değildi. Bu sebeple dış temaslarındaki başarılara rağmen 59. Hükümette ne yapabileceği merak konusuydu. Şartlar onu gösterdi ki ortada bir ekip çalışması vardı. AK partililer liderlerinin etrafında kümelenmişlerdi. Tanıdığımız Erdoğan'da iki vasıf hepsinin önündedir. Birinci vasıf, adam seçme mahareti, ikinci vasıf vefalı olması. Bundan dolayı 58. Hükümet daha da yerini bularak büyük reformlara imza attı. Ancak taviz verilmeyecek meselerde dimdik durmasını da bildi. Mesela "İslamiyet'in ılımlısı ılımsızı olmaz, İslamiyet İslamiyet'tir" gibi, "İslami terör diyemezsiniz, mukaddes İslam diniyle terör kelimesi yan yana gelemez" gibi. O günlerde AB ile çalışmalar sürerken başbakan Tayyip Erdoğan'ın ortaya koyduğu bir ölçü çok önemliydi. O söz bugüne de ışık tutmakta, bugünkü duruşa da temel olmakta. -Kopenhag kriterleri olmazsa Ankara kriterleri der ve yolumuza devam ederiz. Biz, yaptıklarımızı halkımız için yapıyoruz. İşte bu kadar. Türkiye'nin AB'ye ne kadar ihtiyacı varsa, AB'nin de o kadar ihtiyacı var. Unutulmasın ki yapılan milletlerin müzakeresidir. Şayet AB devam edip de Türkiye de aralarına katılırsa büyük ihtimalle ne bugünkü Türk hükümetinin üyeleri ve ne de AB hükümetindekiler iş başında olacaktır. Manzara iç açıcıdır: Bu milletin öz evlatları olan iktidar, muhatapları karşısında layıkıyla mücadele veriyor. AK parti, hiçbir çatlak ses çıkarmadan iktidarına destek olmakta. İktidar, bakan ve bürokratlarıyla koşturmakta. TBMM kanun yapma ve teftiş görevini hakkıyla ifa etmekte. İktidarın devleti çalıştırması da budur. O halde hakkı teslim etmeli, Türkiye'nin yarınları için müthiş bir tempoyla çalışan şu insanlara "Allah razı olsun" demek hepimizin borcudur. İcraat yapanların sadece hatasını görüp başarılarını takdir etmemek hastalık olsa gerek. Halbuki takdir, yeni başarılara kapı açar. Onun için hakkı teslim etmeli: İktidar, muhatapları karşısında haysiyetli bir duruş sergiliyor.