Washington, DC'den yeni geldiğim haftalardaydı; bir gün Osmanbey'den Şişli'ye doğru seyrederken şaşırdım. Zira önümde yolu tam keser vaziyette Şişli Camiînin olması gerekirdi, şimdiyse O'nu göremiyordum, daha doğrusu bir şeyler görüyor fakat gördüğümü zihnimde çözemiyordum; kubbe var, minare yoktu. Direksiyonda olmanın takip zorluğuyla araştırmaya devam ettim.
Bir de neyi fark etsem?
Bu mâbedin arkasına upuzun bir gökdelen yapılmış; cami de minare de o gökdelenin duvarına çizilmiş, bir çocuk resmi gibi kalmışlar. Eskiden o istikamete doğru giderken Şişli Camiî, gelenleri karşılayan güler yüzlü bir ev sahibi gibiydi. O güler yüzlü manzara yok olmuştu. Cami, gökdelenin gölgesinde gri bir koyuluğa batıp yitmiş. Bu yaşadığımı hiç unutamıyorum. Yeni zamanlar İstanbul'unda unutamadığım çirkinlikler bundan ibaret değil:
Daha evvel Zeytinburnu'ndan Sultanahmed'e ziyan veren o iki yüksek binayı yazmıştım. Sultanahmed karaltısı/silueti, İstanbul'un kalblerde dünyaca tescil ve kabul görmüş emsalsiz bir manzarasıdır. O manzara, bu iki binayla mahvedilmişti.
Anadolu Yakası'ndan bakınca Topkapı Sarayı, Sultanahmed Camiî, Ayasofya Camiî; Boğaziçi tarafından bakınca Yeni Cami, Mısır Çarşısı, Mahmud Paşa Camiî, Beyazıd Yangın Kulesi, Şehzâde Camiî, Bozdoğan Su Kemeri; Tepebaşı ve Haliç'ten Fatih Camiî, Yavuzselim Camiî görünür. Avrupa yakasının seyrine doyulmayan manzarası ise Anadolu tarafındaki Kız Kulesi, Haydarpaşa Garı ve Haydarpaşa Lisesi idi...
"İdi" diyorum çünkü, önce bir hastane, Tac Mahal duruşlu Haydarpaşa Lisesi'nin/Mekteb-i Tıbbıye-i Şâhâne Binasının o huzur veren enfes manzarasını kalbinden vurmuştu. Sonra Zeytinburnu'ndaki iki "tower" uzaklardan gelerek Sultanahmed'i rahatsız etti. Eş zamanlı olarak Şişli Camiî bile mağdur edildi.
Gözaçık servetlerin kirlettiği, mağdur ettiği, boynu bükük bıraktığı tarihî, dînî ve kültürel eserler, bunlardan ibaret değil.
O halde şu soruyu sormak gerekir:
-Park Otel'in suçu neydi?
Senelerimiz, "Park Otel" tartışmasıyla geçti. İddia o idiydi ki adı geçen otel, yüksekliğiyle Boğaziçi manzarasını bozmaktadır. Tartışma onunla da kalmadı. Sonrasında Gök Kafes ve Swiss Hotel de gündem oldu. Bunlar, şimdiki yeniler karşısında öylesine sıradan kalıyor ki... Halbuki dünyanın hiçbir şehrinde, hiçbir sermaye, canının istediği yere istediği şekil ve yükseklikte bina inşa edemez.
ABD başkentinde hiçbir bina Kongre Merkezi'nden yüksek olamaz. Bütün binalar en fazla 7 kattır.
İstanbul'a kıydılar, bu kıyım, bu modern gecekondulaşma devam edip gidiyor.
Şaşmamak gerekir:
İstanbullu olmazsa sahipsizlik mevzubahis olur. Onlarca yıldır, bu müstesna şehirde yaşadığı halde kendini hâlâ geldiği ille ifade eden bir idrak var oldukça, İstanbulluluk şuuru yerleşmedikçe bu kirlenme bitmez.
Fatih Sultan Muhammed Hân'ın, Şair Nedim'in, Yahya Kemal'in, Abdülhak Şinasî'nin Necip Fazıl'ın ve bilcümle İstanbul Hanımefendisiyle İstanbul Beyefendisinin kemikleri sızlıyordur.
Önce İstanbul Türkçesi'ne kıyıldı. Sonra İstanbul Hanımefendisi ve İstanbul Beyefendisi yok oldu. Şimdi de İstanbul'un ruhuna kıyılmakta. Ayet-i kerîmenin "beldet'un tayyibetun" diye haber verdiği bu güzel şehrin sadece maddesine değil ruhuna, mânâsına da kıyılmakta.