1 Kasımda Romano Prodi'den AB Komisyon Başkanlığını alacak olan Portekiz eski başbakanı Jose Manuel Barosso, Le Monde'ye verdiği demeçte şöyle diyor, "Türkiye AB'ye girmeye hazır değil". Böylesine kat'i bir hüküm koyan müstakbel başkan, sonra da devam ediyor, "Ankara'nın üyeliğini 25 Ülkeden meydana gelen Avrupa Birliği'nin bütün kriterlerini yerine getirdiği takdirde reddedemeyiz". Dikkat edilmesi gereken "bütün kuralların ifa edilmesinin" istendiği ve üye ülkeler sayısı. Civa gibi bir söz. Ve derken genel ölçüyü koyuyor, "kurallara uyması gereken Türkiye'dir. AB, Türkiye'nin kurallarına uymayacak. Bunu içişlerine müdahale olarak görmemeli". Halbuki biz, kuralları fazlasıyla yerine getirdiğimizi ileri sürmekteyiz. Diğer taraftan içişlerimize kimseyi karıştırmayacağımızı da ilân ettik. Bir başka sesse Avusturya'dan. Birkaç gün evvel koalisyon ortağı Özgürlükler Partisi başkan yardımcısı Hienz C. Strache, kendi hükümetini tehdit ederek şöyle konuşmuştu, "Türkiye'nin AB'ye kabulü için 'evet' derseniz koalisyonu bozarız. Türkiye, AB'ye girerse 1683 Viyana galibiyetimizin bir mânâsı kalmaz". Başbakan Wolfganga Schüssel, bu tutucu itiraza cevap veriyor, ses ona ait. Schüssel, şöyle demekte "1683'te değiliz. 'Türkler geliyor' diye çan çalamayız. Görevli komisyonun raporunu bekliyoruz. Rapor yazılınca aramızda tartışacak, aralık ayında da kararımızı vereceğiz". En keskin iddia ise Joseph Ratzinger'in. Kim bu isim? Vatikan Dini Doktrinler başkanı bir kardinal. Onun dediği daha da enteresan. "Bugün Avrupa'yı yönetenler, inkâr etse de Avrupa'nın temelleri Hıristiyanlığa dayanmaktadır. Türkiye, laikliği kabul etmiş olmasına rağmen bir İslam memleketidir. Bundan dolayı AB'ye kabulü vahim hata olur. Zira Türkiye, tarih ve kültür olarak bir başka kıtanın temsilcisidir. Türkiye, AB'ye girmek yerine Avrupa ile Arap dünyası arasında köprü olsun". Kardinal, bu konuşmayı Lazio'da yapmış. Yapsın ne var bunda? Bu da onun görüşü. Evet, şeklen şahsi fikri ama gerçekte Vatikan'ın. Vatikan bu yolla Avrupa kamuoyunu etkilemekte. Risk almamak için böyle bir yol izliyor. İlk açıklama politiktir fakat net bir bakışı ortaya koymakta. Türkiye hazır değil. Bütün kurallara uyacak, içişlerine karışırız... Bunu diyen sıradan biri değil. Kritik eşikteki yeni başkan. Diğer kişi bir siyasetçi. O da tarih perspektifinden bize bakmakta. Hâlâ 1683'lerin korkusunu yaşıyor. Sonuncu isimse kökten dinci bir anlayışın propagandisti. Din, tarih ve kültür penceresinden değerlendirme yapıyor. Son iki görüş, aynı zamanda bir ksım Avrupalı'nındır. Şöyle düşünüyorlar, Türkler Müslümandır. Asimile olmaları imkânsız. Asırlarca savaşmışız. Avrupalı olmaktan çok Asyalı bir millet. Nüfusları ürkütücü. Onları alırsak kıta İslamlaşacak. Bu 3 bakış da çok önemli. Arka arkaya gelmeleri de bir tesadüf değil. Buradan çıkartmamız gereken ders şudur. İtidalli, hareket ederek Avrupalı dostlarımızın işini zorlaştırmayalım. Samimi dostlarımız var. Fakat onların işi de kolay değil. Türkiye'de olduğu gibi onlarda da çok farklı görüşler var. Türkiye, bir kere daha olanca ağırlığıyla Avrupa gündeminde. Bu değirmen, daha çok su kaldırır.