İtiraf ediyorum!

A -
A +

Üniversitede yirmi yıl kadar öğretim üyesi olarak çalıştım. Şimdi bir itirafta bulunacağım. Aslında bu itirafı 90'lı yılların başında bir muhalefet parti liderine yapmıştım. "Bu bir devrim olur eğitimde" diye heyecanlanmıştı adamcağız. Ama ben yine de bu itirafımı dar çerçevede insanlara anlatmıştım hep. Ama bugün itirafımı açık olarak yapıyorum. Ayrıca bu itiraf Ömer Söztutan'ın köşesine sığmayacak kadar büyük bir itiraf! Derse girdiğim ilk gün tahtaya (o zamanlar "kara tahtaydı" şimdi malum "white-board" oldu) titrimi, adımı soyadımı, dersin adını yazar, altına da "Bu sömestr bu dersi almak durumunda olan bütün öğrenciler peşinen 50 puan alarak bu dersten geçmişlerdir" yazar ve imzamı çakardım! Öğrencilerin şaşkın bakışları altında derse başlar devam ederdim. Ara verdiğimde bütün öğrenciler etrafımı sarar. Biraz önce tahtaya yazdığım taahhüdün ciddi olup olmadığını sorarlardı sıkına çekine. Doğru ya bu, yönetmeliklere aykırı bir durumdu. Gerçi hiçbir dersten kalan olmuyordu sonunda ama bunu önceden deklare etmek ne mânâya geliyordu. Açıklardım: "Evet hepiniz şu anda bu dersten elli puan aldınız. Söz ağızdan çıkar. Ancak elli puanın üzerinde not almak için; yapacağım imtihanlarda sorduğum sorulara, muhakeme yeteneğinizi kullunarak cevap verip vermediğinize bakarım. Cevabınız doğru olsa da ifade tarzınızla kendi beyninizi kullanarak cevap verdiğinize beni inandırırsanız notunuz yükselir. Aynı şekilde derste anlatılanların tam aksine yanlış bir cevabı da muhakeme ederek verdiğinizi anlarsam yine yüksek not alırsınız." Sonra da vize ve final imtihanları için öğrencilerin kendilerine soruları hazırlatırdım. Ancak bana bu soruları beğendirmek zorundaydılar. Bütün sınıfın mutabık kalacağı soruları hazırlarken de bayağı çalışırlardı derse. Sonuçta zaten elli puan "torbada keklik" olduğundan rahat bir ortamda düşünüp, irdeleyip, fikir üretip cevap vermeye çılışırlar böylece aktif ve katılımlı bir havada neşe içinde bir şeyler öğrenirlerdi. O günleri yaşayanlar bilirler bunu. Öğretim hayatım boyunca hiçbir zaman test imtihanı! yapmadım. Beyinleri dumura uğratan bu sistemin hep karşısında oldum. Ve olmaya devam edeceğim. Bu satırların kaleme alınmasını sağlayan Sabah gazetesinin değerli köşe yazarı Sayın Ergun Babahan'a teşekkür ediyorum. Üniversite imtihanları akabinde bu konuyu yıllardır hasretini duyduğum bir şekilde, gerçekten veciz bir tarzda ortaya koydu... "Farklı bir şeyler yapabilmek" Şirketlerin, ülkelerin kalkınması ve büyümesi için gerekli olan "farklı bir şeyler yapabilmek" artık teknolojiden ziyade insan beynine ve gönlüne bağlı. Anaokulundan itibaren test mantığıyla "a, b, c, d, hiçbiri" formatına göre şekillendirilen beyinlerle farklı bir şeyler ortaya koymak artık mümkün değil. "Bırakalım insanımızın beynini uyuşturan bu sistemi, onlara öğrenen bireyler olarak yetişmeleri için yardımcı olalım. Bu kafayla dünyadaki sıralamada ilk beşyüzde bile yer alamayan üniversitelerle hiçbir yere varamayız. Herkesi; kapasite, kabiliyet, vizyon ve hevesleri istikametinde değerlendirerek faydalı kılacak yepyeni anlayışlara yönelmeliyiz, gerekirse her şeyi göze alıp eğitim sistemimizi baştan sona 'Kuvantum anlayışına' uygun olarak yeniden şekillendirmeliyiz!" desem duyan olur mu acaba? Ne dersiniz?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.