Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Can Dündar ve Erdem Gül ile alâkalı olarak AYM'nin vermiş olduğu karar için "karara ne uyuyorum, ne saygı duyuyorum; bu bir casusluk dâvâsıdır!" demesi günlerdir tartışılmakta. O kadar ki tartışmaya AYM Başkanı Zühtü Aslan da katıldı.
Evvela şunu söylemek lâzım:
Sn Cumhurbaşkanı, bir ferd olarak şahsi görüşünü beyan etmiştir. Karardan memnun olan birçok vatandaş vardır. Ancak birçok vatandaş da rahatsızdır. Cumhurbaşkanı da rahatsızdır. Bazıları, Cumhurbaşkanına "nasıl uymazsın, nasıl saygı duymazsın?" diye sormaktalar. AYM Başkanı Sn Aslan'ın "AYM kararı herkesi bağlar!" sözü de bu anlama gelmektedir. Saygı duymak, mücerred bir duygudur. Kimse kimsenin kalbine hükmedemez. Uymamak ise vazifeyle alâkalıdır. Yargılama ve infaz, adli çerçevede seyrettiğinden Cumhurbaşkanlığı makamı zaten onun dışındadır.
Diğer hususlara gelince; tutuklama, istisnai haldir. Aslolan tutuksuz muhakemedir. Sanığın kaçma, delilleri yok etme tehlikesi varsa mahkeme, tutuklama yoluna gidebilir. Aynı mahkeme, müdafi avukat veya savcının talebi üzerine veya kendiliğinden tahliye de yapabilir. Duruşmayı beklemek bile şart değildir.
AYM'nin kararına gelince; AYM, hak ihlali ve fikir hürriyetine dayanmıştır. Ama şimdi ortaya çıkıyor ki bir usul hatası işlemiştir. Bu mes'elede AYM, AİHM'nin yerini almış bir mahkemedir. AİHM, önüne gelen dâvâya o ülkede bütün iç hukuk yolları tüketildikten sonra bakabiliyordu. AYM bu şartı aramalıydı. Halbuki mezkür iki sanık vekili, doğrudan AYM'ye gitmiştir. Bu noktada çok vahim bir iddia da var. AYM'nin iddianameyi görmeden karar verdiği ileri sürülmektedir. Eğer hakikaten öyle ise bu tarihe geçecek bir büyük hukuk ayıbı olur. Bir usul hatası daha var. O da AY 153. maddeye riayet edilmemesidir. Maddeye göre AYM, verdiği hükmün gerekçesini yazmadan neticeye dair kararı açıklayamaz.
Bu şarta da uyulmamıştır.
Buna rağmen alt dereceli mahkeme, hükmünde direnememiş ve AYM'nin mütalaası üzerine tahliye yoluna gitmiştir. Gerçi tahliye beraat değildir. Fakat ortada casusluk suçlaması vardır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis talebi mevcuttur. Bu safhada hem mahalli mahkeme ve hem de AYM kendilerini sorgulamalıdır. Mevzubahis olan üç-beş yıl cezanın konuşulduğu bir dâvâ değildir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen bir dâvâda hak ihlali doğabilir mi? Hak ihlali, verilen ceza ile çekilen mahkumiyetin sanık aleyhine tecelli etmesi durumudur. Burada böyle bir neticenin yaşanması faraziye olarak mümkün olsa da mevcut dosyaya göre mümkün görülmemekte. Bu fikre varmak için dosyanın ve iddianamenin görülmesi gerekirdi.
"Hak ihlali" müessesesinin derecelendirilmesi yoluna gidilebilir. Bir diğer konu ise alt dereceli mahkeme hakimlerinin beşeri ve psikolojik hallerini düşünmektir. Terfi, kıdem, sicil, yükselme... Hakimin başının üstündeki kılıçtır. Alt dereceli mahkemeler, Yargıtay kararlarına karşı da direnemiyorlar. Mahkemelerin endişelerden arındırılması bir zarurettir. Nitekim devam etmekte olan bir dâvâ hakkında görüş beyanı da suçtur. Sebep, mahkemenin tesir altında kalmaması. Bize göre bu uygulamanın da terki gerekir. İki çift söz edilmesi veya bir yazı yazılmasıyla bir hakimin bütün hukuk mantık ve dirayeti alt-üst olacaksa o insan oraya yanlışlıkla oturmuş demektir.
O halde...
Anayasa'dan kanunlara ve usul kanunlarına kadar bütün mevzuat çok ciddi bir şekilde ele alınmalıdır. Anayasasını değiştirmeyen bir TBMM öyle bir yükü nasıl kaldırabilir?
Kaldıramazsa bu kavgalar sürer gider.
Verilen hükümler de inandırıcı olmaz.
Mahkemeye inancın yıkılması yıkımların en tehlikelisidir.