Tatil deyince yazın deniz sahiline gidip güneşte yanmak sanılıyor. Bu anlayış, dünkü Türklerde yoktu. Selçuklu ve Osmanlı da Anadolu'daydı. Onlar da bugünkü denizlerimizle iç içeydiler. Ama deniz yanmak için değildi. Yüzmeyi en iyi bilirlerdi ama bronzlaşma diye bir dertleri olmazdı. Gerçi bu güneşte yanmak veya bronzlaşma da ilaç kullanmak gibi. Bir ilaç çıkıyor, herkes onu kullanıyor. Hekimlerin gözdesi o ilaç. Sanki onu alan ölümsüzlük iksiri içmiş olacak. Ortalama bir 10 yıl böyle gidiyor. 10 yıl sonra beklenmedik bir haber. İksir ilacın zararlı olduğu yazılıp çizilmekte. Şu güneşte yanma meselesi en az 60 yıldır moda. Fakat şimdi birden bire bunun ne kadar fena olduğu konuşulmaya başlandı. Acaba orada da insanlar insafsızca kullanılmakta mı? Güneş yanığı kremleri, yağları vs vs bir rant ve kavga sebebi mi? İş, insan düşmekte. İster ilaç ister deniz. Yüce Allah insana akıl vermiş. Aklı kullanıp kobay muamelesi görmemeli. Nitekim bazı kimseler, deniz turizmini terk ederek dağ, orman ve çiftlik turizmine yöneldiler. Evet, hemen bir çok alanda olduğu gibi tatil kavramında da gerekli kültürü yakalamış değiliz. Hadi sene içinde mesai sebebiyle fırsat olmadığını farz edelim. Tatilde de ziyaret edilemez mi? Oraları gezmek, görmek saklı hazinelerden haberdar olmak, onlarla donanmak tatilde de mümkün değil mi? Elbette mümkün, yeter ki tatil anlayışımızı kumda uzanmak zevksizliğinden kurtarıp ona seviye kazandıralım. Müzelerden söz ediyoruz. Ülkemiz, müzeler diyarı. Açık hava müzeleri, saray müzeleri, kültür müzeleri, askeri müzeler, özel müzeler var. Tarih zenginliğimiz beraberinde sergilenecek servetler de getirmiş. İstanbul'u düşünelim. Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Aynalıkavak Kasrı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı, Abdülmecid Efendi Konağı, Türk İslam Eserleri Müzesi, Hat Müzesi, Resim ve Heykel Müzesi, Divan Edebiyatı Müzesi. Çini Müzesi, Halı Müzesi, Askeri Müze, Deniz Müzesi, Atatürk Müzesi, İtfaiye Müzesi, Arkeoloji Müzesi, bütün Selatin Camileri, Yedikule Zindanları, Anadolu Hisarı, Boğazkesen Hisarı, Kız Kulesi, Galata Kulesi, Yerebatan Sarnıçları, Sultanahamet Çeşmesi başta olmak üzere tarihi sebiller, Kapalıçarşı, Çamlıca Tepesi, Nakkaş Tepe, eski Dar'üşşafaka Lisesi, Boğaziçi, Haliç, Dikilitaş, Çemberlitaş, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Beyazıd Devlet Kütüphanesi, Ragıppaşa Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi, Basın Müzesi, Karikatür Müzesi, Osman Hamdi Bey Müzesi, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Sait Faik, Hüseyin Rahmi adına müzeler, Rahmi Koç, annesi Sadberk Hanım Müzeleri, Sakıp Sabancı Müzesi, Miniatürk, El Sanatları Çarşısı, İstanbul Modern Müzesi, Pera Müzesi, Aziz Mahmud Hüdai, Muradı Münzevi, Mehmed Emin Tokadi, Merkez Efendi, Sümbül Efendi türbeleri, Ahmed Cevdet Paşa, Gazi Osman Paşa ve Şeyh'ül İslam türbeleri, Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, Yuşa Tepesi, Padişah türbeleri, Hazreti Eyüp Sultan Külliyesi, Eyüp Sultan, Fatih, Üsküdar, Eminönü, Beşiktaş ilçeleri, Edirnekapı Şehidliği, Karacaahmet ve Eyüpsultan Kabristanları, Sultan Camilerinin Hazireleri, ahşap konaklar, merdivenli yokuşlar, tarihi çınarlar, Horhor, Çağlayan ve Kadıköy'deki antikacılar, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası, Marmara Üni. Rektörlüğü, Haliç, Boğaziçi saymakla bitmez. Peki, bunları niçin saydık? Hiç değilse isimleri duyulsun. İstanbul'da doğup da bir kere dahi deniz görmemişler var, diğer yakaya adım atmamışlar var. "Kendi semtindeki şu eserleri görmemişler de var" demeyeceğiz. Onu şöyle demeli, "kendi semtindeki müze, kütüphane, tarihi eserleri görmüşler de var". Bir de bir kısmını saydığımız bu yerleri ziyaret ederek hayatı renklendirmeyi denemeli. Tamamına bir ömrün yetmesi gayretli olmaya bağlı. Üstelik şimdi ayağımıza kadar sergiler geliyor. Güler Sabancıyı tebrik etmeli. Son 300 yıllık dünya kıyafetlerinden sonra SSM'de şimdi de Picasso'nun 135 parça eseri meraklılarına açılıyor. Üstelik bunlardan bazıları ilk defa gün ışığına çıkmakta. Picasso ailesinin Sabancı ailesine itimat ve SSM'yi yerinde görerek muvafakat vermesi ülkemiz adına şereftir. Bu eserleri, sergileri, camileri, sebilleri, müzeleri görmeli. Tatil deniz kenarında, otel havuzunda tıkış tıkış olmak, internet zevzekliği, pahalı lokantalarda yemek yemek, pahalı alışveriş merkezlerinden bir şeyler almak ve maç muhabbetinden ibaret değildir. Bir de şu güzellikler var. İstanbul sanki bütünüyle müze. Yalnızca İstanbul mu? Hemen her yöremiz, ilçelerimiz, bazı köylerimiz bile. Kendimiz keşfetmek zorundayız. Keşke şöyle bir mecburiyet olsa. Ayrı bölgelerden en az 5 vilayeti gezmemiş olana turistik olarak yurt dışına çıkış izini verilmese. Türkiye'yi tanımayan dünyayı tanısa ne olur?