Son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahideddin Şam'daki Selimiye Camiinde medfundur. Padişah, 1926'da San Remo'da vefat ettiğinde haber, Ankara'ya da gelir. Bunu işiten Atatürk, arkadaşlarının yanından kalkar ve arka odaya geçer, burada ağlamaktadır. Vahideddin Veliahd iken Mustafa Kemal yaveridir. Birlikte Almanya'ya seyahat ederler. Acı-tatlı hatıraları olmuştur. O seyahat sırasında şüphesiz ki birkaç yıl sonrasını ne padişah ve ne de yaveri biliyordu. Vak'anın cereyan ettiği dönemin üzerinden bir asır geçmeden hakiki tarih kaleme alınamaz. Nitekim o kadar zaman geçmese de Vahideddin'le alakalı bir çok bilgi değişti. Vatanı sattı laflarının düzmece olduğunu artık herkes kabul etmekte. Vahideddin son Osmanlı padişahıdır. 4 Temmuz 1918'de tahta geçtiğinde zaten ortalık alev alevdir. İttihatçıların suçu ona yüklenmiştir. İtalya'nın San Remo şehrinde Türklerin Padişahının vefat ettiği haberi duyulunca bir adam telaşlanır. Bu mahalle bakkalıdır. Padişah, bakkala borçludur. Tabut hazırlanır. Vasiyet icabı Türkiye topraklarına en yakın merkezlerden olan Şam'a yollanmak üzere tabutlanır. Fakat o da ne? İcra memurları kapıdadır. Tabuta haciz konur. İslam ülkelerinden para temin edilip borç ödendikten sonra cenaze yola çıkar. Son Osmanlı Padişahı'nın hayatı son Çin imparatorunun hayatı gibi. Bugün düğmeye basanlar o gün de düğmeye basmışlar. İki imparatorun da hayatı trajik. Vahideddin'in hayatı ise çok trajik. Bunlar her şeyi ile tarihe mal oldu. Artık o şahıslar da hadiseler de tarihin malı. Bizi alakadar eden muhteşem bir imparatorluğun son devlet başkanının mezarının Şam'da oluşu. Hayır, yanılıyorsunuz, "mezarı nakledilsin" demeyeceğiz. İki sebepten. Biri, defin tarihinde Şam bizim vilayetimizdi. İkinci sebepse bir faraziye, yarın Şam idaresi Türkiye'ye iltihak kararı alırsa şaşmayız, fakat Ankara "kabul" der mi? Onu da bilmeyiz.. Kendi topraklarında yatan bir devlet başkanını nakle gerek yok. Nitekim Enver Paşa'nın mezarı Tacikistan'da türbe muamelesi gördüğü halde İstanbul'a nakledildi. Yerinde kalsaydı, misyonunu devam ettirmiş olurdu. Vahideddin'in kemiklerini nakle gerek yok ama bir şeye gerek var. Tarihimizle barışmaya. Tarihimizle barışırsak kendimizle barışmış oluruz. Türk dışişleri bakanı, başbakanı, cumhurbaşkanı Şam'ı ziyaret ettiler. İlk ikisi olmadık iftiraya maruz kalma kaygısından gidemediler. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'se bunu yapabilirdi. Emeviye Camii arkasındaki Türk Hava Şehidliğini ziyarete ettiği gibi selefi Türk devlet başkanı Vahideddin'i de ziyaret ederek ona da bir Fatiha okuyabilirdi. Ermenilerle barış tesisinden evvel kendi iç barışımızı kurmak durumundayız. Diğer misalse Nazım Hikmet. Sevenleri şairin mezarını Moskova'dan Türkiye'ye getirmek istiyorlar. Ne mahzuru olabilir? İdam cezası yaşayanlar için kalktıysa ölmüşler için de kalkmalı. Bir vakitler Türkiye Gizli Komünist Partisi vardı. Parti illegal, yöneticileri kaçaktı. Turgut Özal onlara da partilerine de izin verdi. Şimdi resmen öyle bir parti var. Başkanını da liderini de bilen var mı? Turgut Özal'a kadar Menderes, Zorlu, Polatkan'ın kabirlerini İmralı adasından getirelim, getirmeyelim diye tartışılırdı. Getirildi. Vatan Caddesinin başı bir anıt mezar ve hareketlilik kazandı, o kadar. 25 yıl evvel kanunla Kürt ve Kürtçe yok sayılmıştı. Bugün kültürel kimlik tanındı. TRT'de Kürtçe yayın yapılmakta. Bu iç barışın bir parçası. Düne kadar Yunanistan'la kanlı bıçaklıydık. Şimdi zor da olsa bir takım anlaşmalar yapıyoruz. Bulgaristan can düşmanımızdı, vizeyi kaldırma arefesindeyiz. Yarın, bugünkü Ermeni ihtilafı da arkada kalacak. Türkiye'de çalışan 40 bin Ermeni onun habercisi. Kapıları açsak Erivan'da kimse kalmaz. İçerde kendi barışımızı iç huzurumuzu ne kadar kurar ve korursak dış barış o kadar çabuk gelir, sağlam olur. Batı bize tarihinizle yüzleşin dedikçe onlara dönüp "tarihimizden utanmıyoruz" demiyor muyuz? Öyleyse gereğini yapalım. Kabir ziyareti, kabir nakliyle devlet, hiç bir ziyan görmez.. Tarihimizle barışmak, kendimizle barışmaktır.