Kim iktidar

A -
A +

Bir gün Esas Teşkilat/Anayasa Hocamız Prof. Dr. Selçuk Özçelik, derste anlatmıştı. "Türkiye Cumhuriyeti'nin dini Hıristiyanlıktır" diye anayasaya madde konması düşünülmüş. Bu herhalde "Türkiye Cumhuriyeti'nin dini din-i İslamdır" maddesinin kaldırılmasından sonra oldu. Fikrin sahibinin Mahmut Esat Bozkurt olduğu söylenir. 1937'de laiklik teklifini getiren de aynı kişidir. Devletin ilk iki yılda dini İslam'dır. Sonra 12 yıl süreyle bir düzenleme olmaz. Laiklik prensibi 1937'de Esas Teşkilat Kanunu'na/Anayasaya girer. Atatürk hayattadır. Bir yıl sonra vefat eder. Atatürk, laik rejimde sadece 1 yıl yaşamıştır. Sonrasında tek parti ve İnönü diktatoryasında laiklik mecraından çıkar. Herkese göre farklı laiklik tarifi yapılır. Zaman içinde kökten laikler türer. Bunlara laikçi de denir. Kökten laikler için dün olduğu gibi bugün de laiklik bir dogmadır. Tanrısı ve yalvacı olmayan bir dindir. O güya din, haliyle hak din İslam'a düşmandır. Halbuki gerçek laiklik böyle değildir. Samimi laikler, farklıdır. Onlar laikliği dine muhaliflik şeklinde yorumlamazlar. Herkesin istediği gibi düşünüp giymesine taraftar olmak gibi bir liberallik içindedirler. Ancak, bugün gündem dolayısıyla bazıları laiklik adına işi hukuk tanımazlığa götürmüş bulunuyor. Bunlar hâlâ 14 Mayıs 1950 Seçimlerini kaybetmiş olmanın hazımsızlığındalar. DP o gün seçimleri kazandığında devrin laikçileri şöyle demişlerdir: "Ne yani!.. Biz şimdi iktidarı, Hasolara-Memolara mı vereceğiz?" Esrarlı cümle budur. Bu milletten din, dil ve gaye olarak kopuk bir küçük ekalliyet ona tepeden bakmakta. Onun oyunu, tercihini, kanaatini hiçe saymakta, adam yerine koymamakta. Bunlar anayasaya din olarak Hıristiyanlığı derc ettirmek isteyen zihniyetin takipçileridir. Bu çapraz mantık. Bu sakil düşünce. Bu köksüz tavır... Dalga dalga, kirli köpükler halinde zaman ırmağında döne kıvrıla günümüze kadar geldi. Bugün bırakınız meselenin inanç boyutunu. On bin kere on bin öğrenci başlarını örtmekteler. Türlü hukuk atraksiyonlarıyla hayat üslubu bu olan o gençlerin üniversite yolu kesilmiştir. Halihazır iktidar veya başka iktidar, bu problem çare bulmak zorunda. Ortada sosyal bir vak'a var. Onun için iktidar, bir uzlaşmayla o sosyal vak'ayı, haksızlık ve mağduriyetleri ortadan kaldırma çabasında. Bu çabayı engellemek için, dayatmaları sürdürme adına iktidara talimatlar yağmakta, başı kapalı talebeye tehditler savrulmakta. Bunu yapanlar, sokaktaki cahiller değil, unvan sahibi okumuşlar. Akla gelebilecek her türlü abes söz fütursuzca telaffuz edilmekte. İnsan üniversiteyle yargının böylesine sorumsuz davranışı karşısında sormadan edemiyor: "İktidar kim, seçimi kazanan parti mi, ekmek elden su gölden, yaşayanlar mı?" Bu böyle olmaz. Kuvvetler ayrılığı bu olamaz. Bu kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler keyfiliği. Yasama ve yürütme şamar oğlanı. Yargı ve üniversite hükümran havalarda.. Türkiye'deki mevcut uygulama bu. Halbuki vatandaş, her alanda iktidarları muhatap ve sorumlu tutmakta. Fakat onun eli kolu bağlı. Yetkisizler sanki icra etmekteler. Yoksa bu tehdit ve talimatlar niye? Sormamak mümkün mü? Kim iktidar? Seçimi kazanan partiler mi? Yüksek yargı mı, üniversite mi, medya mı, sendikalar mı? Gözden kaçmasın. Vatandaşın iktidarı, ekalliyetin/azınlığın iktidarına karşı imtihanda. Şimdi hakiki iktidar belli olacak. Kuru gürültüye, Yeniçeri gulgulesine asla papuç bırakılmamalı. İktidar, diyalog toplantısı yapsın. İtirazı, endişesi, hele yersiz de olsa samimi korkusu olanları dinlesin, uzlaşmacı, rahatlatıcı formüller bulsun, fakat asla geri adım atmasın. Tavizin sonu yoktur. Tavizin sonu "sen kazandın ama iktidarı bize bırak!.." buyruğudur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.