Vatandaşlar, burnundan soluyor. Dün sabahki bazı temaslarımızda bunu bizzat gördük. Nitekim öğleye doğru da askerden açıklama geldi. Askerin açıklaması da zehir zemberek. Bu milletin bayrağıyla oynamak şerefiyle oynamaktır. Mersin'de güya nevruz bayramı kutlamasında Türk bayrağı hakarete uğradı. Benzeri bir zamanlar bir Kürt partisi kongresinde yapılmıştı. O hakaret hâlâ unutulmamışken bu defa daha ağırını tekrarlamak için çılgın olmak lazım. Şüphesiz ki o bayrak sahipsiz değil. Nitekim bu milletin Ulubatlı Hasan ruhundaki bir polis evladı ayyıldızlı bayrağı yere düşürmediği gibi faili de kaçtığı yere kadar kovaladı. Diğer taraftan Diyarbakır'daki manzara da kırıcı oldu. Nevruz güya Kürt bayramıdır. Kesinlikle yanıltıcı. Onu sadece Kürtler değil bütün Türk cumhuriyetleri kutlamakta. Aslı İran'ın mecusi dönemine mahsus. İşte bu sözde bayram vesile edilerek Diyarbakır'da gövde gösterisi yapılmaya kalkışıldı. Bu vatanı bölmek isteyen İmralı sakininin anasının ve bacısının elini öpmek için kuyruklar oluşturuldu. Bunu yapanlar, cahillerden ibaret değil. Hapisten çıkan ve artık sağduyu ile hareket ettiklerini umduğumuz eski milletvekilleri de aynı kuyruktaydı. Kime meydan okunmakta? Bu niyeti taşıyanların ateşle oynadıklarını unutmamaları lazım. Kurt dumanlı havayı sever. Kimden, ne zaman ve nasıl gelirse gelsin kışkırtmaların olduğu ve olacağı artık âyân-beyan ortada. Bir süre evvel "Eylemler 1968'i hatırlatıyor" demiştik. Dramatik filmin tekrarı felaket olur. Sokaklarda bunlar yaşanmaya başlandı. Dışardan nâhoş sesler geliyor. İçerde bazıları ekran ve sütunlardan berbat bir üslupla hükümete saldırmaktalar. Diğer taraftan piyasalar belli üst gelir grupları dışında bir türlü iyileşemiyor. Onun için herkes, gayet soğukkanlı olmalı. Şu istikrarlar 20 yılda bir yakalanıyor. Korumak sadece hükümete ait değil, hepimize vazife düşmekte. Bunun gibi Kürt kardeşlerimiz de bölücü, parçalayıcı, her türlü tuzağa dikkat etmeliler. O mukaddes bayrak bu toprakların verdiği her şehidin kanını temsil etmekte. Bu topraklarda tarih boyunca verilen her şehid ya Türk'tür, ya Kürt veya diğer Müslüman ırklardan. Hepsine birden "Türk" deniyor. Şu var ki bu topraklarda yakın zamanlara kadar "Allah'ı bir, Peygamber'i bir, kitabı bir, bayrağı bir" diye konuşulurdu. Dört sütunun üçü hatırlanmaz olunca manzara işte böyle acı oldu. Yapılması gereken daha da gecikmeden müşterek unsurları ön plana çıkartmaktır. Osmanlı, Müslümanlar bakımından o dört sütunla, gayri müslimler bakımından da adaletle 600 sene yaşadı. Dün Türk eşittir Müslüman demekti, yine öyle olmalı. Bir Kürd'e bir Amerikalı, İngiliz, Norveçli değil bir Türk yakındır. Bunun böyle olduğunun dün olduğu gibi bugün de kalblere yerleşmesi lazım. Türkler, sadece Anadolu'daki değil, Irak'taki Kürtlere de sahip çıkmalı. 30 bin genci kaybettik. Hem Türk, hem Kürt aileler ağladı. Şu günkü dış borca eşit serveti dağlara gömdük. Sıkıntısını hep beraber çekiyoruz. Neden bu ayrı gayrı? Kürt şu memlekette hangi nimetten mahrum? Fazlaları var eksikleri yok. Buna rağmen bayrağa hakaretler, meydan okuma anlamına gelen mitingler hiç doğru değil. Kışkırtmaya, tetikçiye, tahrike, ajana hem Türk hem Kürt dikkat etmeli.