İnsanda bir de sahip olma duygusu vardır. Kontrol edilmediğinde kişiyi bencilleştirir. Buna dair ucun ucu bir örnek, çer-çöp toplayarak evine yığan bazı acuze kadınlar. Kimi zenginler, resim tablosu, heykel, el yazması kitap, hat, tarihi halı, tesbih, çini, tombak, saat ve bunun gibi kıymetli eşyayı satın alarak biriktirirler. Peki, koleksiyonerlik iyi midir, kötü müdür? Çarkın nasıl işlediğine ve şüphesiz ki niyete bağlı. İnsanın niyetini sorgulamaksa bir başka insana verilmemiştir. Niyetler karşınızdakinin alnına bakarak okunmaz. Niyetler alna bakarak okunamasa da alışverişler bellidir. Kaçakçılık gibi gayrı meşru yollara tenezzül edilerek koleksiyon yapmak mazur görülebilir mi?. Koleksiyoncunun varlığı şüphesiz ki bazı malların ziyan olmasını önler. Piyasa oluşmasına, yeni sanatkârlar çıkmasına vesile olur. Ama koleksiyoncu, paylaşmalıdır. Sayısı dünyada tek veya nadide kültürel zenginlikleri alıp evinin salonuna, duvarlarına, hatta mahzenine hapsederek onları kendi dar çevresine övünme vesilesi yapmak, tarihi eşyaya veya sanatkâra hizmetten çok nefs ve gururuna katkıdır. Halbuki bunlar müzeleşmeli. Her zenginin elindeki koleksiyon eşyası bir müze kurmaya yetecek miktarda olmayabilir. O zaman mevcut müzelerden faydalanılır. Mesela senede üç ay yine kendi evinde kalır, fakat diğer günlerde müzelerde teşhir edilebilir. Bu sebeple Sakıp Sabancı'nın Emirgân'daki Atlı Köşk'ü müze yapması isabetli olmuştur. Rahmi Koç'un da Sütlüce kıyısında kendi adına müze kurması aynı isabettedir. Bunlar iki misal. Daha elindekiler, müze olacak birkaç veya bir çok zenginimiz çıkabilir. Onların da aynı yolu takip etmeleri bir fazilet olacaktır. Yoksa mal toplamanın ne önemi var? Ne demişler? Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Her koleksiyon eşyasının bir ilk sahibi var. Zengin, eşyayla insan arasında köprü olmalı. En güzeli ise insanla insan arasında köprü olmak. İnsanın hizmetinde olmayan servet, hamallıktır.