Yollar, köprüler medeniyetin eserleri. Eskiden Anadolu'da "körpü" denirdi, "torpah" denmesi gibi. Doğrusu bu kelimelerden zamanla onlar şimdiki söyleyişlerle yer değiştirip yanlışa düşmüşlerdi. Köprünün "körpü" olduğu vakitlerde Deli Dumrul, geçenden bir akçe geçmeyenden iki akçe alırmış. Demek ki köprü, geçmek-geçmemek, ödeme yapmak-yapmamak hep var. Nitekim tahta köprüler, taş köprüler hep olagelmiş. Mimar Sinan eseri köprülerle Drina Köprüsü, Mostar Köprüsü, Moğlova Köprüsü ve daha niceleri kültürümüzün esaslı eserleri. Bizim medeniyetimiz yalnızca gökteki yıldızları yeryüzüne indirmişcesine mekâna kubbeler nakşeden bir medeniyet değildir. O aynı zamanda insanı insana kavuşturan, yarım hilal işareti taştan kemerlerle örülü köprüler diken bir medeniyettir. Köprü, aynı zamanda bir tarafı tayin eder. Öbür taraf "karşı yaka"dır. Adana'da bu böyledir. İstanbul'da ise değil. Zira, Boğaziçi köprüyle geç tanışmıştır. Eğer II. Abdülhamid Han'ın "Boğaziçi Köprüsü" hayata geçebilseydi, bugün belki de Kadıköyü'nün ismi Karşıyaka idi. Köprüler aynı zamanda bir çığlıktır, bir hicran ve hüsrandır. "Körpüden geçti gelin" türküsü onu dillendirir. Elazığ'ın çayda çırası köprüden düşen gelini arar. Tahta köprüler, dramın adıdır. Onlar az mı göçmüş, sular az mı insanı yutmuştur? Köprü, aynı zamanda hedeftir. Düşmanın ilk bombasının savrulduğu nişanlar köprüler olur. İlk gençliğimizin Türkiye'sinde köprü kavgaları yaşanırdı. Bir taraf, Adalet Partililer, köprü yapmak ister, CHP'liler ve sol kalemler isyan ederdi. Onlar, "insanlar, Zap Suyu'ndan ip merdivenlerle geçerken" -devrin söyleyişiyle- "kompradorların arabaları için İstanbul'a köprü yapılması"nı affetmiyorlardı. Geçenlerde Antalya Büyükşehri Belediye Başkanı zarif insan Menderes Türel, Feriye lokantasında bir öğlen yemeği vermişti. Nereden icap etti bilmiyoruz, yanımızda oturan Mehmet Ali Birand'a şu nükteyi yaptık "vaktiyle köprüye karşı çıkanlar şimdi oradan geçerken yüzleri kızarıyormuş" . "Sormayın ben öyle oluyorum", dedi, "fakat daha fenası var. Menderes idama giderken asılsın diye yürüyenlerin içindeydim. Şimdi kafamı yumruklayıp dövünüyorum, bir insan asılsın diye yürüyüş yapılır mı? diye". "Nitekim Menderes belgeselini de bu itirafla bitirdim" dedi. Keza 1983 seçimleri öncesi TRT'deki açık oturumda Turgut Özal'la Halkçı Parti genel başkanı Necdet Calp'in kapışmaları meşhurdur. Özal, "köprüyü satacağım", derken Calp, elini masaya vurarak "sattırmam arkadaş!!!" demişti. Özal, "onu satıp ikinciyi yapacağım" diyor, çıkartılacak hisse senetlerini izah etmeye çalışıyor, fakat Calp, bir türlü anlamıyordu. Sebep? Sebebi şu. Necdet Calp, devletçi zihniyetle, tek parti anlayışıyla yetişmişti. İsmet İnönü'nün kalemi mahsus/özel kalem müdürüydü. İsmet İnönü'nün mecliste DP'lileri tenkid ederken şöyle dediğini daha evvel de yazmıştık. "Bu demokratlar, öyle hayalperest insanlardır ki bir gün 'Boğaziçine köprü yapacağız' derlerse şaşmam". Aynı zihniyet ne yazık ki devam ediyor. Ulaştırma Bakanlığı, İBBB ve Karayolları bir imkân geliştirmekteler. Boğaziçi Köprüsü'nden paralı gişeler kaldırılmakta. Diğerinden de büyük ölçüde kaldırılmakta. Doğrusu her iki köprüden de gişelerin tamamen kalkması. OGS, KGS'nin de olmaması. Tuzla ve Silivri'ye nakledilebilir. Şehir içine parayla girilmesi hoş değil. İdare de bunun farkında, kademeli olarak ona gidiyorlar. Fakat buna da muhalefet edilmekte. Boğaziçi Köprüsünde nakit ödemeli gişe bırakılmaması yerden yere vuruluyor. Halbuki Fatih Sultan Mehmet Köprüsünde 4 gişe birden kalıyor. Yabancılar, levhalarla oraya yönlendirilir. Bugün de Boğaziçi Köprüsünden kamyonet vs. geçemiyor. Maksat üzüm yemek değil. Maksat hükümeti dövmek. Maksat hükümeti köprüden atmak. Nedense hükümete doğru kılıçlar çekildi. Köprü bahane...