Bu bizde bir hastalık galiba. Bir imkâna kavuşan onu ömür boyu safaya çeviriyor ve öylece gidiyor. Halbuki o yere geldiği günle sonraki şartlar değişmekte, köprünün altından çok sular akmakta. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yapılan 1961 Anayasasında bir müessese vardı "tabii senatörlük". 27 Mayıs darbesini yapıp adam asanlar, anayasaya koydurdukları bir hükümle TBMM'ne "tabiî senatör olarak girdiler". Bu senatörler seçimle değil, darbeyle gelmişlerdi ve süreleri de ömür boyu idi. Hadi darbeciler kendilerine daha sonrası için dokunulmazlık zırhı hazırlamışlardı. Peki bu maddeyi aldığı talimat üzerine anayasaya yazan, bu zillete katlanan şanlı hukukçularımızın haysiyetine ne denir? O adamlar, bir başka darbeye, 12 Eylül 1980'e kadar tam 20 yıl senatörlük yaptılar. Tam 20 yıl torunları dahi borçlu doğan bu fakir milletin sırtından dolgun dolgun maaş alıp bu millete aykırı ne varsa onu dile getirdiler. O ödenen paraların vade farklarıyla birlikte bir gün alınması gerekmez mi? Diğer konu milletvekilinin maaşı. Bugün vazifedeki bir milletvekili, 6 milyar kadar maaş alıyor. Bu "çok para mı?" evet çok para. Ancak milletvekili masrafı haddinden fazla olan bir görev. Ona oy veren hürriyetini de tapuladığını zannediyor. Mevcut milletvekili maaşını popülist söylemler, ayran kabartan lafazanlıklarla yermenin mânası yok. Dürüst vekile ancak yetiyor. Ama... oradan ayrılmış, emekli olmuş olan necip vatandaşlarımızın da bu rakkama yakın maaş almalarını, bir parlamenterin her türlü imkânına bugün de sahip olmalarını asla kabul etmiyoruz. Onların tabii senatörlerden farkı yok. Tüyü bitmemiş yetim hakkı, çalışanın hakkı, vergi verenin hakkı, fakir-fukaranın hakkını yemekteler. Onlardan da haksız kazançları vade farkıyla birlikte geri alınmalı. Milletvekilliğinde emekli olmayı da mutlaka kaldırmalı. Hükümetin Meclis lojmanlarıyla yaptığı çıkışın devamını getirmesi lazım. Emekli olup koruma, emekli olup saltanat, emekli olup yine vekilmiş gibi bir eli yağda bir eli balda Ankara'ya postu serip vatan kurtaranlardan bu memleketi kurtarmak lazım. Milletvekilliği, bir meslek değildir. Bir hizmet çeşididir. Vatandaş bir süre için onu tevkil etmektedir. Süre bitince herkesin işine, şehrine dönmesi gerekir. Kapalı mekânlarda her gün "ben olsaydım" diye söze başlayıp her gün bakan değiştiren, kabine kuran boyalı saçlı zevatı, kendilerinden, memleketi de onlardan kurtarmalı. Ne diyorduk "bu bir hastalık galiba". Tıpkı gazetelerde her nasılsa bir köşe ele geçirip de şizofrenik sayıklamalar içinde olan genç bunaklarla bunaklar gibi. Oysa imkân bulamayan nice pırlanta kalem var. O eski parlamenterler, medya asalakları da ekran veya sütunu bırakınca o şirketin batacağını sanır ve bu yalanla kendilerini avuturlar. Sakıp Sabancı merhumu anmanın zamanıdır... "Vah, vah!", "vah, vah, vah!" Ve bir kişiyi daha anmak... Şairler Sultanı Necip Fazıl'ı "Gir de bir bak ülkeme, başsız başsız adamlar". Millet, o sıralarda bulunan bir kalem çeşidinden dolayı bir hiciv şâheseri olarak tabiî senatörlere "tükenmez senatör" lakabını takmıştı. Cümleyi çekelim, "tükenmez milletvekili", "tükenmez köşe yazarı", "tükenmez programcı", "tükenmez tükenmez"... Ve... "Utanmaz utanmaz!!!"