MSK/Meclis Soruşturma Komisyonu, 4 eski bakanın Yüce Divân'a sevkine gerek görmedi. Red kararı üzerine muhalefetin genel kurulda yapacağı yüksek ceza mahkemesine sevk talebinin de reddolacağı, meclisin aritmetik yapısı dikkate alındığında kesindir. Böylece Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış, beraat etmiş olmaktalar...
Beraat kararı, daha başka türlü de alınabilir miydi? Bir başka ifadeyle haklarında tahkikat yapılan ilgili isimler, böyle bir dâvâda ceza mahkemesi sıfatı kazandığından "Yüce Divan" adını alan AYM/Anayasa Mahkemesine giderek de bu kararı elde edemezler miydi?
Doğrusu ve yakışanı elbette buydu...
Hukuki usulün işletilmesini komisyonun sadece muhalefet mensupları değil, iktidar mensuplarının da istemiş olma ihtimali çok yüksektir. Ondan da evvel esasında AK Partinin bundan yana olduğu bellidir. Daha ilerisi; bizzat o sayın Bakanların bunu yaparak, mahkemenin huzuruna çıkıp beraat etmek istedikleri, arkada hiç bir şaibe, isnat, laf, soru işareti bırakma niyetinde olmadıkları tahmin edilebilir.
Pekâlâ öyle ise o yol neden kapatıldı?
Günün sorusu budur?
Basında çıkan, tv'lerde konuşulan, kürsülerde dile gelen tezlerden bazılarını nakledelim? Bunları herkes çok iyi bilmekte. Fakat faydasına binaen tekrar edeceğiz:
-Burada hedef 4 sn Bakandan ziyade Cumhurbaşkanı sn Recep Tayyip Erdoğan'dır. Maksat o Bakanları yargılama değil, 17-25 Aralık darbe teşebbüsünü hedefine ulaştırmaktır. Ortada bir Paralel tezgâh mevcuttur. "Hani aslı yoktur! deniyordu, demek ki varmış! İşte mahkeme kararı!" deme fırsatını yakalamaktır.
-AYM Başkanı sn Haşim Kılıç, saf değiştirmiştir. Sn Cumhurbaşkanını aradan 6 ay geçmiş olmasına rağmen tebrik etmemiştir. Kendisi Cumhurbaşkanı olma arzusundayken bunu elde edemeyince hazımsızlık göstermiştir. Bir muhalefet parti lideri gibi sık sık konuşmaktadır. Muhalefete malzeme olacak güya saklanmış konuşmalar yapmaktadır. Mahkemesini politikaya sokmuştur.
-AYM raportörlerinin çoğu Paralel Yapı mensuplarıdır.
-Yüce Divan'a gönderme bir tuzaktır.
-Verilecek mahkumiyet veya Haziran 2015 sonuna sarkıtılmış yargılama, AK Parti iktidarını zayıflatmaya, bölmeye matuf bir plandır. Muhalefet, Mahkumiyet kararı veya yargılma sürecini meydanlarda kullanarak Türkiye'yi koalisyon hükümetlerine mecbur edecektir. Bu bir beynelmilel projedir!!!...
Bu korunç kaygılardan çıkan sonuç şudur:
AYM -maalesef- vatandaşların en az yarısı nezdinde güvenilir olma vasfını yitirmiştir. Başkan, hem kendini ve hem de temsil ettiği kurumu yıpratmıştır.
Adalette emniyet unsuru yara almıştır...
Hal ve keyfiyet böyle olunca; 4 kişi üzerinden AK Parti iktidarını mahkûm etme, lekeleme gibi bir niyet okunduğundan ne komisyon, ne parti ve ne de sorgu geçiren insanların kendileri aslında yapılması lazım geleni yapamadılar.
Ziya Paşa'nın Terkib-i Bendi nasıl hatırlanmaz?:
"Kâdi ola da'vâcı vü muhzır dâhî şahid
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?"
Adalet mülkün yani devletin temelidir sözü kesinkes doğru olduğuna göre adalete itimatsızlık, adalete emniyet edememek, adalet mekanizmalarının politize olması uzun vâdede devleti sarsmaz mı? Devleti de milleti de sarsar. "Şeriatin kestiği parmak acımaz!" günlerinden "Aman ha, sakın o kapıdan girme! Niyet başka!" günlerine gelmek çok fena...
AYM, 27 Mayıs darbesinden sonra kurulmuştu. Bugün de darbe atıflı söze konu olması çok üzücü. Oysa benzer AYM'ler bütün ileri memleketlerde vardır ve devletin, hukukun ve insan şereflerinin teminatıdır.
Ziya Paşa, devrinin Türkçesiyle ne demişti?
Hâkim ola dâvâcı ve mübaşir dahi şahit;
O mahkemenin hükmüne derler mi adalet?
Son soru:
İktisatta onuncu büyük gücüz.
Adalette hangi sıradayız?