"Kuvvetler ayrılığı" uygulaması, 50 sene boyunca bütün sol olmayan iktidarların çalıştırılmama sebebi olmuştu. Son örnekleri, AK Parti'nin birinci döneminde alabildiğine yaşandı. Geçen 50 senede üç fiili iktidar iş başındaydı: Seçimle gelen iktidar, yüksek mahkemeler -bilhassa Danıştay- ve hükümete tabi olması gerekirken kendi başına hareket eden ordu. O senelerde her hükumet tayini, Danıştaydan döner, karar tatbik edilmezse bakanın başı derde girerdi. Kuvvetler ayrılığı müessese olarak, müessesenin sağlıklı işlemesi şartıyla elzemdir. Yeni zamanlar devlet hayatında üç unsur bulunmaktadır. Yasama, yürütme, yargı. Hukuk fakültesinde okuduğumuz yıllarda bunlara teşri, icra ve kaza denirdi. Devlet işleyişinin üçe taksim edilmesinin sebebi, keyfiliklerin, diktanın ve oligarşinin önüne geçmek içindir. Devrim Arabaları üzerine araştırma yapıp kitap yazan bir üniversite hocası dostum, telefonda işin iç yüzüne ulaşmış olmakla üzüntülerini dile getirince kendisine şöyle dediğimi hatırlıyorum. "Önce Başbakan asıp sonra otomobil yapılırsa akıbet bu olur." Otomobil sanayiîne girişimiz böylesine bir talihsizlikle başlamıştı. 1961 Anayasasıyla tekrar gelen senato ve kontenjan senatörlüğü de böyle olmuştu. 1961 Anayasası, bîtaraf bir hukuk metninden ziyade, hesaplaşan bir zihniyettir. Demokrat Parti hortlar, diye her türlü marjinalliğe gidilmiştir. Bir intikam saikiyle iş başına gelecek iktidarlar zayıflatıldı, yüksek mahkemeler güçlendirildi. Açıkçası millet, ideolojiye feda edildi. İki ayrı taraf tahayyül ediliyordu. Cahil, geri, güdülmeye muhtaç halkın seçtiği iktidarlar ve aydın, çağdaş, ilerici hakimler, askerler, basın ve sermaye sahiplerinden meydana gelen elit zümre. Bugünkü Silivri macerasının mazisinde 27 Mayıs 1960 Darbesi ve onun siparişiyle imal edilmiş 1961 Anayasası vardır. Sadece Silivri değil, Kandil'in fitili de o zaman tutuşturulmuştu. 1982 Anayasası 1961 Anayasasının kısmen ıslah edilmiş şekli olsa da kuvvetler ayrılığına dair hükümler, meşru çizgiye çekilmek yerine daha da pekiştirilerek devam etmiştir. 12 Eylül 2011 Anayasa referandumundan sonra normalleşme süreci başladı. Daha evvel kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler husumeti, kuvvetler kamplaşması, kuvvetlerin bilek güreşi vardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün seçilmesine geçit vermeyen Anayasa Mahkemesi kararı, hukuk tarihi için bir ibret vesikasıdır. Bugün dahi Başbakan Tayyip Erdoğan, kuvvetler ayrılığından şikâyetçi olmakta. Ateş düştüğü yeri yakar. Demek ki mes'ul mevki, hâlâ çekmekte. Bu şikayet, çok sündürülüp uzatıldı. Halbuki dürüstlükle bakılırsa Başbakanın meramı, kuvvetler ayrılığının olmaması değil, ahenk içinde çalışması isteğidir. Bize göre kuvvetler ayrılığına "kuvvetler dengesi" dense daha isabetli olur. "Kuvvetler ayrılığı" denince problem kelimeden başlıyor. Yeni anayasada en fazla özen gösterilmesi gereken maddelerden biri bu kuvvetler dengesi olmalıdır: Yüksek mahkemeler, vicdanlarda inandırıcılığını kazanmalı, mazluma teminat unsuru ve münhasıran adaletin temsilcisi olmalı, yasama organı meclis, itibarına halel gelmeden varlığını sürdürebilmeli, Hükumet, yarınlarımızı inşa ederken eli tutulmamalıdır.