Matrix filmi daha Türkiye'ye gelmeden haftalar öncesinde propagandası gelmişti. Televizyonlar, gazeteler, radyolar müthiş bir propaganda rüzgârı estiriyordu. Geldikten sonra rüzgâr, fırtınaya döndü. İddiaya göre sinemalarda yer yoktu. Biletler haftalar öncesinde tükenmişti. "Eğer çabuk davranmazsanız mahrum kalırsınız" demek isteniyor ama denmiyordu. Bunu siz anlıyordunuz. Cumartesi insanların çarpışarak yürüyebildiği Capitol alışveriş merkezinde üstelik filmin başlamasına yarım saat kala bilet aldık. Mahsustan böyle yapmıştık. Küçücük salonun üçte biri boştu. Filme gelince... 2.5 saatimize yazık oldu. Sonunu zor getirdik. Seyirci, film bittiğinde çıkan değil hürriyetine kavuştuğu için kaçan insanlar manzarasındaydı. Herkesin Cüneyt Arkın'dan özür dilemesi gerekir. Arkın'ın Yeşilçam'ın dar imkânlarıyla dublör kullanmadan bileğe kuvvet çevirdiği filmler, bu filmin yanında çok daha inandırıcı, çok daha gerçekçi. Üstelik o filmler her türlü eksikliğine rağmen yine de bizden. Mutlaka bu topraklardan, tarihimizden, inancımızdan izler taşıyor. Buna rağmen Cüneyt Arkın'a da Yeşilçam'a da az dudak bükülmedi. Matrix'le kesişen, buluşan, uyuşan tarafımız nedir? Hiçbir şey. Varsın kesişmesin, buluşmasın fakat hiç değilse bir sanat zevki paydamız olmalı. Birileri sinema kapılarında durup sorsun. Ayıp olmasın diye anlamış gibi yaparak ahkâm kesecekler hariç samimi konuşacak kadar kendinden emin olanlar hiç bir şey anlamadığını rahatlıkla ifade edecektir. Yüzüklerin Efendisi gibi, daha bir çokları gibi bu film de siyasetteki sömürmenin kültürdeki devamıdır. Bu kadar kötü bir film daha ilk haftasında milyar dolarlarla ifade edilen rekor hasılatlar elde ediyor. İçecekte, yiyecekte tekelleşmenin seyirlik sanatta da sürmesi. Böylece belli bir kültür gözlükten pardösüye, saatten konuşma şekline kadar etkileniyor. Sırf "herkes kendi kaderini yaşar" lafını işitmek için o kadar vurdu-kırdıya katlanmak, o kadar bilgisayar cambazlığına tahammül mü gerekir? Bu sözlerin mükemmeli bizde mevcut. Cüneyt Arkın Titanic filmi için "zengin kız-fakir oğlan" hikâyesinden başka nedir? diye çok doğru bir hükme varmıştı. Güle Güle kalbinizi Titanic'ten daha mı az yokluyordu. Onun için Matrix'e de bir şekilde Cüneyt Arkın filmi denebilir. Bazı medya sorumsuzları bilhassa gençlere bir kere daha kötülük ettiler. Ve tabii yerli film piyasasına da. Şu alâkanın yarısı bizim yönetmenlere gösterilse, bu desteğin bir kısmı yerli yapımlara verilse Türk sinemasının kendi fedakârlıkarıyla geldiği seviye birden fırlar. Fakat medya niye böyle yapıyor? Niye öyle yapmıyor? Niye?