Vakıflar Haftası bu defa her yıla göre daha bir görkemle kutlandı... 1 ay kadar önce Adana'daydık. Cuma namazı için Yağ Camii'ne gittim. Bu Selçuklu mâbedinin bizde silinmez hatıraları var. Şimdi Adana Asri Mezarlığı'nda yatan babam, bizi belki de ilk defa cuma namazına bu camiye götürmüştü. Bu cami üstün mimari şahaseri kadar yasemin çardağıyla da hafızalarımızda yer etti. Ne zaman, nerede bir yasemin görsek hep orayı hatırladık. O yüzden bu hatıraları yıllar sonra bir kere daha yaşamak için Yağ Camii'ne gittim. Cami, tıraş olmuş, bayramlıklarını giymiş yaşlı bir delikanlı gibiydi. Ama yasemin çardak yerinde değildi. Yaseminlerin sıcak Adana gecelerinde nasıl koktuklarını anlatmak mümkün değil. Namaz saatine az bir zaman kaldığı halde ortalıkta kimseler yoktu. Cami avlusunda bir başımaydım. Nihayet tenhalığın sebebini soracak birini bulabildim. Tamirden yeni çıkmış, ibadete bir hafta sonra açılacakmış. Bir Ramazanoğlu eseri olan Ulu Cami'nin yolunu tuttuk. Başbakan geçen hafta sonu bayramlıklarına kavuşmuş 1111 vakıf eserin açılışını işte o bahsettiğimiz Yağ Camii'nden yapmış. Sultanahmet, Süleymaniye.... ismi televizyonlarda çok geçer ama Yağ Camii bu şansı ilk defa yakaladı. Memnun olmamak mümkün mü? Başbakanla devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin'i tebrik ediyoruz. Fakat bir kişiyi ve onunla birlikte ekibini de tebrik ediyoruz. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, bu büyük başarının arkasındaki kişidir. O ve çalışkan ekibi ecdat yadigarı 1111 eserin altındaki imzadır. Biz davetleri üzerine Edirne'yi görmüştük. Hayalimizdeki o harabe Edirne yıkıldı, onun yerini tarihin şaha kalktığı bir Edirne aldı. Bir kişi deyip geçmeyiniz. Nasıl ki bir kişi bir bombayla onlarca insanı katledebiliyorsa bir kişi hedefe kilitlenerek böylesi işleri başarabiliyor. Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Şahin ve Yusuf Beyazıt üçlüsü ecdadın ruhunu şâd eden işler yaptılar. İhmal, ihanet, kasıt, cehalet, talan, yalan ve zulüm yaşayan ecdat mülkünün yüzü ilk defa layıkıyla gülüyor. Darısı henüz sıra gelmemiş eserlere. Darüşşafaka Caddesindeki Benlizade Ahmed Raşid Efendi Külliyesine, Rumeli Hisarı'ndaki Cuma Mescidine ve cümlesine. Hakikaten öyle, İslam medeniyeti de onun iç halkalarını teşkil eden Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı, Timuroğulları, Endülüs ve daha ne nam altında ne meniyetimiz varsa bu medeniyetlerin güzelliğini vakıf inancına, onun hayır yapma, sevap alma teşvikine borçluyuz. Vakıf medeniyeti, doğrudan bir sivil medeniyettir. İnsanlığın henüz keşfeder gibi olduğu sivil toplum hareketinin asırlar evvelki yansımasıdır. Bizim insanımız biriktirip üstüne oturmamış, paylaşmış. Devlet adamı, hükümet adamı, asker, memur hemen herkes vakfetmiş. En hayret edici olansa kadınların vakıf eserleridir. Bugün iftihar ettiğimiz o eserlerin bir çoğu hanımlara ait. Bu kadınlar, dışarda bir işte çalışmadıkları halde bu devasa eserleri nasıl meydana getirip vakfedebildiler? Camiler dahil düne dair gördüğümüz hemen her şey vakıf malı. Ne gariptir ki bir dönem vakıflara düşmanlık beslendi. Üzerlerindeki kitabe ve tuğralar ya kapatıldı ya kazındı. Bugün gördüğümüz eserler, yangın, yıkım, hırsızlık ve soygundan kurtulmuş olanladır. Şimdi bizlere, bugünkü ve bundan sonraki nesillere düşen, medeniyetimize yeni vakıflar kazandırmaktır. Böylece kendi hayatımızı da milletimizin hayatını da kıyamete kadar güzelleştirmiş oluruz. Atalarımız, vazifelerini yaptılar. Biz ne yapıyoruz ona bakalım. Vakıf, emaneti, kulları faydalansın diye sahibine iadedir. Her vakıf eseri dünya durdukça dursun. Niyetler halis olsun, sevaplar bitip tükenmesin.