Sürekli sıçrama hâlinde, matbuattan, basına oradan medyaya gelindi. İsmin değişmesiyle huylar güzelleşmedi. Bir azınlık zihniyeti, vebalı bir illetle ismine "Türk Basını" denen ama ne kadar Türkleştiği şüpheli medyayı sürekli çarpıtıp durdu. Medyanın en büyük derdi yerlilikti. Belki bugün de öyle. O azınlık zihniyeti, kendi dışındakilere bir asra yakın bir zamandır hayat hakkı tanımadı. Ya yok etmeye uğraştılar veya yok saydılar. Bu sebeple AK Parti iktidarının ilk yıllarında onlara "asıl iktidar, birkaç ana haber bülteniyle birkaç manşettir. Seçim kazanmaktan daha mühimi medyanın millileşmesidir" demiştik. Şimdilerde medyada dengeler kurulma dönemi. Yerlilik, millilik giderek daha bir ağırlık kazanıyor ama yine de daha yapılacak çok iş, alınacak çok yol var. Bir iktidar değişmesinde her şey eskiye rücû edebilir. Kendilerini layüsel/sorgudan muaf sayanlar, imtiyazlıydı, burunlarından kıl aldırmazlardı. Selanik'ten taşınan ruh, bütün varlıklarına sinmişti. Ya dedikleri olur veya dediklerini yaptırırlardı. Aslında bir besleme basındı. Patronları da yazarları da beslenirdi. Medya gücü, fikrin zenginliği için değil, ihale kapmak içindi. Dünyada poşette satılan derekedeki ceridelerini her gün evlere sokma sihirbazlığını yakalamışlardı. Manşetleri kurşundu. Bu ülkede muhafazakâr ne varsa onlar için düşmandı. O manşetlerle hayatlar söndürülür, istikballer öldürülür, linçler yapılırdı. İlk günden itibaren her darbenin yanında yer aldılar. Kim kuvvetliyse onun davulu çalındı. Hitler'e methiyeler dizen gazete gün geldi komünizme destanlar yazdı. Ama değişmeyen ilkeleri ilericilik, çağdaşlık ve uygarlıktı. Bu üç-dört yalanla milletin güneşi karartıldı. İşbu sabıkalı medya olmasaydı 27 Mayıs 1960 Cinayeti işlenemez, Adnan Menderes asılamazdı. 12 Mart 1971 Muhtırasına giden yollar döşenemezdi. 12 Eylül 1980'e kapı açan terör tutunamazdı. 28 Şubat 1997 dramı oynanamazdı. Diğerleri hayatta değiller. Fakat 28 Şubatın şakşakçıları, dalkavukları, yardakçıları, aktör ve figüranları aramızda. Bir kısmının kim olduğu dağdaki çobanca da malum. Bazılarının TBMM 'Darbeleri Araştırma Komisyonu'na verdikleri ifadeler, yüz kızartıcı cinsten. Onlara bakarsanız en ufak bir suçları yok. Tek suçlu var o da asker. Yalan! Askeri tahrik edip yanıltan da kendileri. Günü gelince kimin hangi devletin sadık adamı ve maaşlı hizmetkârı olduğu da herhalde ortaya çıkacaktır. Bu, Tanzimattan beri bu malum ruhun mayasıdır. Fakat hazmı mümkün olmayan şu ki birtakım muhafazakârlar bugün de onlara yakın olmayı bir sınıf atlama sebebi aşağılığındalar. Başbakan Tayyip Erdoğan, geçenlerde "emekli olunca hangi gazetecinin hangi devletin ajanı olduğunu yazacağım!" dedi. Sayın Başbakan neden yarın? Niçin hemen değil de yarın! Yarın, her zaman yakın değildir.