1923 tarihli Lozan Muahedesi ile beraber akdedilen "Boğazlar Sözleşmesi", Türkiye'nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki hükümranlık hakkını tanımıyordu. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, Boğazlar çevresinde askerî birlik bulunduramayacak, Boğazların teftişi milletlerarası bir hey'et tarafından icra edilecekti. Böyle bir hüküm, elbette istiklalimizi kısıtlamaydı, boğazımızdan sıkmışlardı.
Lozan'ın ve bağlı andlaşmanın imza tarihi 24 Temmuz 1923'tür. Cumhuriyetin ilânı bundan sonradır. Lozan ve etrafındaki andlaşma ve mukaveleler akdedildikten sonra İngilizler işgal altında tuttukları İstanbul'dan ayrılmışlardı.
Türkiye, takip eden senelerde Boğazlarla alâkalı rahatsızlığını her vesileyle ilgili devletlere duyurdu. Nihayet Birleşik Krallık, Türkiye'nin bu fikrinde haklı olduğuna dair 1936'da bir beyanname neşretti. Türkiye, ayrıca daha evvel de SSCB ile karşılıklı saldırmazlık andlaşması yapmıştı.
İngilizlerin icazeti üzerine bir takım devletler, 1936 senesinde İsviçre'nin Montreux/Montrö şehrinden toplandılar. "Bir takım devletler" dememizin sebebi şudur. Bulgaristan, Yunanistan anlaşılır ama Avustralya, Japonya neden oradadır? Dikkatten kaçmaması gereken bir husus da ABD'yle alakalıdır. Lozan'da imzası olmayan ABD, Montrö'de de yoktur.
Boğazlara yeni bir hukuki statü kazandırmak için adı geçen şehirde toplanan devletler şunlardır: Avustralya, Japonya, SSCB, Yugoslavya, Büyük Britanya, Fransa, Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye.
Büyük Britanya, aslında masaya iki devlet olarak oturmuştur. Avustralya, BB valisi tarafından idare edilen bir tâbi devlettir. Bir diğer husus da şudur. İmzacı devletlerden Sovyetler Birliği, bugün Rusya Federasyonuna inkılâb etmişse de Yugoslavya, büsbütün yok olmuştur. Sırbistan, Yugoslavya'nın tek mirasçısı sayılabilir mi?
Montrö Sözleşmesi, iki ay süren bir konferanstan sonra 20 Temmuz 1936'da imzalandı. 20 yıl müddetlidir. Akdin hitamında taraf devletlerden biri, diğer âkit devletlere fesih ihbarnamesi göndermediği takdirde aynen devam eder. Aslında 1956'da yenilenmek istenmişse de fikir birliğine varılamadığı için mevcut metin yürürlükte kalmıştır.
Sözleşme, Karadeniz’de kıyısı olan-olmayan devletler, savaş zamanı-barış zamanı, ticarî gemi-savaş gemisi, geçen geminin Türkiye ile harp hâlindeki bir devlete ait olması-olmaması, hastalık şüphesi olan bir gemide muayene yapabilme hakkımız, kılavuz alma mecburiyeti olmaması... gibi hükümleri ihtiva etmektedir.
Montrö Sözleşmesi, yabancı devletler teftiş komisyonunun varlığına son vermiş, Boğazların egemenliğimizde olduğunu, buralarda asker bulundurmanın tabiî hakkımız olduğunu kabul etmiştir. Buna rağmen bizim için kekre bir andlaşmadır. Ayrıca Deniz Hukuku'na atıfla geçiş hakkının sonsuza dek devam etmesine temas edilmektedir.
Kısacası:
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, darda ve zorda olduğumuz yıllarda imzalanmış Boğazlar Sözleşmesi'ne nazaran iyidir. Ancak; kötünün iyisidir. Bu sözleşme de Boğazları, uluslararası su yolu olmaktan çıkartmamıştır. Her ne kadar askerî tahkimat yapma hakkımız ve hükümranlığımız tanınmışsa da fiilî durum eli-kolu bağlı seyirci olmak ve geçişi kolaylaştıracak şartları teminden öte bir şey değildir.
Geçenler için beleş bir yoldur...
Hâl bu iken Türkiye'nin menfaatleri aleyhine Boğazlarımızda silah taşıyan, silah gösteren, tehdit eden veya mühimmat götüren bir gemiye Türkiye, müdahale edebilir mi? Hiç kimsenin şüphesi olmasın? Müdahale edebiliriz. Rahatsız olan devlet mahkemeye gider. Hedef ülke olan bir devletin kayıtsız kalmasının hukukta da Montrö'de de yeri yoktur.
Peki, bu Montrö Sözleşmesi'ne daha ne vakte kadar mecburuz?
Kanal İstanbul bitene kadar. Montrö, kötünün iyisi olsa da bağımsızlığımızın üstünde bir kusurdur. Türkiye, Kanal İstanbul'u devreye soktuğunda asıl istiklalimize kavuşacağız. O zaman Montrö feshedilecektir.
Tabiî o gün Sömürgeci Başkentler üstümüze üşüşecekler. İcazet veren, "ben böyle dememiştim!" diyecek. Kanal İstanbul, kendi nâmımıza kendi sözümüzü söyleyebilmemizin ilânıdır.