Üstad tarihçi Yılmaz Öztuna'nın cumartesi günleri Türkiye gazetesinde çok istifadeli sohbetleri çıkmakta. Öztuna Hoca, yedi göbekten İstanbulludur, İstanbul Türkçe'sini fevkalade güzellikte yazıp konuşan bir imzadır. Eline kalemi erken yaşta almış, erken yaşta eser vermiştir. Muhafazakâr kitle dışında mütehassıs tarihçi sıfatıyla II. Abdülhamid Han hakkında en namuslu yazan insandır. Bu hususiyetlerine binaen şu günlerde farklı biçimde tartışılmakta olan Atatürk'e dair söyleyecekleri merak mevzuuydu. Cumartesi bunu ifa etti. O sohbetlerinde iki husus nazarı dikkatimizi celp etti. Biri "Mustafa Kemal Bey"in rütbelerdeki çok hızlı ilerleme seyriydi. Kaymakam/Yarbaylıktan, Miralay/Albaylığa, Albaylıktan Mirliva/Tuğgeneralliğe, oradan Paşa/Orgeneralliğe ve Müşir/Mareşalliğe çıkmıştı. Bu taraf, bu sırayla herhalde ilk defa ortaya kondu. Sadece Enver Paşa böyle bilinirdi. Diğeri de Yarbay Mustafa Kemal Beyin, bizzat Hakan Halife tarafından Samsun'a gönderildiği gerçeğiydi. Artık bunu herkes söyleyip yazıyor. "Bandırma ismindeki kırık bir gemiyle İstanbul'dan gizlice uzaklaştı" gibi lafların palavra olduğu şimdi herkes tarafından bağıra-çağıra söylenmekte. Muhterem Yılmaz Öztuna da bunu dile getirmiş, fakat daha başka bir şey de söylemişti ki aynı zamanda manşetti. "Mustafa Kemal, Padişahın duasını alarak Samsun'a gitti" deniyordu. Bu manşeti görünce gayri ihtiyari şunu düşündük: -Necip Fazıl'ın suçu neydi? 1970'lerin sonlarına doğru, Necip Fazıl Kısakürek'in bir gazetede bir dosyası tefrika/dizi yazı yapılmaya başlandı, "Vahidüddin:Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu". Dosya sonra da kitaplaştı. Piyasaya çıktı. Kitapta bir şey yoktu. Şu bildiklerimiz tekrarlanmaktaydı. Ama o günler, evinde -mesela- Karl Marx veya Dr. Rıza Nur kitabı bulunanların karakolu boyladığı, faşizmin kol gezdiği günlerdi. Muharrir mahkemeye verildi. Atatürk'e hakaretten muhakeme edildi, mahkum oldu, karar derecattan geçerek kesinleşti. Lütfen dikkat buyurunuz, "Vahideddin kaçmadı, yanında bir şey götürmedi, Mustafa Kemal'i kendisi Samsun'a yolladı" demek Atatürk'e hakaret sayılıyordu. '50'lerde Ticaniler onun için piyasaya sürülüp Koruma Kanunu çıkartılmıştı. Halbuki, bugün bütün bunları, çok daha fazlasıyla televizyonlarda, sütunlarda herkes konuşmakta. Öyleyse yine soralım: -Necip Fazıl'ın suçu neydi ki mahkum olarak öldü? Bu kitaptan dolayı büyük şair, büyük mütefekkir, evet cezaevine girmedi ama mahkumken son nefesini verdi. Yargıtay da cezayı tasdik edince içeri atılmaktan başka yol kalmamıştı. Tek yol vardı, hekim raporu. Talebesi ve üstad fotoğraflarının büyük estetikçisi Prof. Dr. Ayhan Songar üst üste raporlar tanzim ederek dünya çapındaki şairimizin hapisteyken ölmesinin önüne geçti. Fakat mahkum olarak ölmesini kimse önleyemedi. Doğrular, bir vakit geliyor anlaşılıyor. Ne var ki o anlaşılana kadar da çok kıymetler, çok Çile'ler çekiyor.