Neo klasik İstanbul

A -
A +

10 bin mimar İstanbul'da. Seçkin misafirler, dünyanın en büyük organizasyonu olan 22. Mimarlık Kongresi dolayısıyla şehrimizdeler. İstanbul'un seçilme sebebi "doğu ile batı, güney ile kuzeyin buluşma noktası ve yer kürenin merkezindeki kent olmasından dolayı". İstanbul, artık buna benzer, kongre ve konferanslar mekânı. Üniversite yıllarımızda kapalı spor salonu olan "Lütfi Kırdar" şimdi kongre ve konferanslara ev sahipliği yapmakta. Dünkü top yankılarının, seyirci çığlıklarının yerini bugün üretilen fikirler, teklifler ve alkışlar almakta. Kongrenin başladığı gün İstanbul sağanak yağışlıydı. Bazı evleri su bastı, bazı arabaları sel götürdü, bazı vatandaşlar yollarda kalıp ıslandı. Bu manzarayı 'mimarlara mahcup olduk' diye düşünmek mümkün. Farklı bakmak da mümkün. Tam da mimari konuşulurken İstanbul adeta problemlerini haber verdi. Sanki İstanbul dertlerini konuşmaları için 10 bin mimar davet etmişti. Yalnızca resmi toplantıda değil, yemeklerde, 3'lü, 5'li görüşmelerde muhakkak ki bütün gayretlere rağmen sıfırlanamayan İstanbul'un yer altı ve yer üstü meseleleri dile getirilmiş, dünyanın en önemli mimarlarının tavsiyeleri alınmıştır. Kadir Topbaş'ın mimar olması da bu bakımdan avantajdır. Zaten mimarlar çeşitli vesilelerle basına da konuşmuşlar. İkisinin dedikleri dikkatimizi çekti. Biri New York Üni. Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Programı Yöneticisi Prof. Michael Sorkin. Yekten Gökkafes'i ele almış. Tesbiti hazin. "Dünya üzerindeki en kötü 10 binadan biri". Binanın yanlış yere yapıldığını dile getiren Sorkin'in şu sözü çok düşündürücü. "Bu bina İstanbul'a karşı işlenmiş bir suçtur." Mimar, yarından tezi yok binanın yıkılmasını da istiyor. İsviçreli mimar Mario Bota da meslektaşını tamamlar şekilde düşünceler dile getirmekte. "İstanbul'un kimliğini bozmayan binalar yapın". Bu söz kalbimizi kanattı. İstanbul kimliğinden o kadar çok şey kaybetti ki. Bu kaybın arkasında Osmanlı düşmanlığı vardı. Bir dönem iflah olmaz şekilde o düşmanlık yaşandı, İstanbul mahalleleri, evleri, binaları dantel gibi işlenmiş konakları en hoyrat, hatta vahşice bir biçimde kullanıldı, yakıldı, yıkıldı yok edildi. Beldemizin asıl derdi işte o kimlik. Yapılması gereken şudur. Elde kalmış olan tarihi ve tabii dokuyu bir maya gibi kullanarak İstanbul'u yeniden inşa etmek. Islahı mümkün olanları tarihî ve tabiî dokuya uydurmak, mümkün olmayanları tereddütsüzce ortadan kaldırmak. Bir tarafta plazalar yükselecek, bir tarafta minareler. Anadolu yakasından baktığınızda artık sadece ufkun şiirini okuyan kubbe ve minareler görülmüyor. Hayatın önündeki insanı haber veren kuleler de çağın simgesi olarak zevkle seyrediliyor. İstanbul ufku sentezi yakaladı. Neo klasik mimariye en güzel örneklerden birini iki hafta evvel Bağcılar'da gördük. Nikâh ve kültürel etkinliklerin yapılacağı Halk Sarayı sanki tarihten kalma. Halbuki yeni bitmiş bir bina. Dün atalarımız muhteşem eserler verdiyse bugün çocukları olarak biz neden devam ettirmeyelim? Yetki sahibi mimarların İstanbul'da toplanma gerekçesini unutmayalım "dünyanın merkezindeki kent". Neo klasik İstabul'u inşa için hiçbir engel yok. 10 bin mimarın her biri 10 dakika İstanbul'u düşünse ortaya çok değerli projeler çıkar. Fikirleri sağıp İstanbul'u yeniden "İstanbul yapalım". Bu hepimizin vazifesi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.