Lozan'ın zafer mi hezimet mi olduğu Cumhuriyet tarihi boyunca münakaşa edildi. İsviçre'nin Lozan şehrinde yapılan konferansta imparatorluk bakiyesinin âzâmisini kurtarma mücadelesi veriliyordu. Lozan Konferansı 1924'te yapılmıştı. New York görüşmeleri ise 2004 tarihini taşıyacak. Haddi zatında 80 yıl sonra imparatorluktan elde kalan son parçaları müdafaa ediyoruz. Zaman zaman karşılaşılan zorluklar da bundan. Şuuraltımızda o tarihi kayıpları hazmedememe yaşıyor. Duyulan endişe, KKTC'yi de elden çıkartarak Akdeniz'den tamamen atılmaktı. Çünkü bütün Türk tarihinin en vahim hatalarından biri adalar meselesinde yaşanmıştı. Bundan böyle güney ve batı sularımızda son tutunacak dal Kıbrıs'tı. Bu bir gerçekti, diğer gerçekse Türkiye'nin AB'ye girme gereğiydi. Üçüncü dünyalı kalmamak, layık olduğumuz yeri bulmak için bu şarttı. Yunanistan girmişti, Kıbrıs Rum devleti 1 Mayıs'ta girecekti, Türkiye ve KKTC'nin durumu muğlak ve meçhuldü. 40 sene boyunca çok şeyler konuşulup tartışıldı. En son ortaya gelen teklif Annan Planı oldu. Bu plan, bazılarınca işte o malum endişelerden dolayı baştan tek kalemde reddediliyordu. Hakikaten plan, asla taviz vermez görüntüdeydi. Bu arada kendi içimizde kamplar da kurulmuştu. Bir taraf diğer tarafa "ver kurtulcu" berikiler de diğerlerine "statükocu" diyorlardı. Bütün bu kaygıların, korkuların, ithamların yersiz olduğu New York'ta ortaya çıktı. Bunun sebepleri şunlardır. Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti, çok net bir siyasi kararlılık göstermiştir, Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, bu karara destek olmuştur, hariciye ve askeri bürokrasi fevkalade güzel çalışmıştır. Bütün bunların sonucunda kendimize güven duygusu hakim oldu. Böylece emin bir şekilde müzakere masasına oturduk. Yalnız olmadığı, yalnız bırakılmayacağı kanaatine varan Denktaş'ın taktik ve teklifleriyle masadan başı dik kalkıldı. Nitekim, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Denktaş için "önder" tabirini kullanma zarafetini, Başbakan Tayyip Erdoğan da KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ı New York'tan telefonla arayarak tebrik etme suretiyle başarıyı ona mal etme şıklığını göstermişlerdir. Ömrünü bu davaya veren Rauf Denktaş, bu iltifat ve vefaya layıktır. Ankara, mekik diplomasisi ile netice alıcı zemini hazırlamış, AB ve ABD'ye ne isteyip istemediğimiz anlatılmış, Rauf Denktaş da avantajlı bir şekilde masaya oturmuş Rum tarafını kımıldayamaz hale getirmiştir. Eğer gözü kapalı bir şekilde hiçbir müzakere yapmadan Annan Planı kabul edilseydi KKTC diye bir devlet kalmayacak, Türkiye'nin garantörlüğü sürmeyecek, askerimiz adada güç bir pozisyona düşecekti. Hiçbir görüşme yapmadan plan reddedilseydi KKTC yine kalmayacaktı. KKTC'nin devlet olarak hayatını idame ettirmesi çok önemli bir gelişmedir. Varılan netice zafer değilse de güzel bir sonun habercisidir. Vukuu çok zor bazı sürpriz gelişmeler olmazsa KKTC eşit devlet statüsüyle 1 Mayıs'ta AB'ye girecek. Onun 1 Mayıs'ta AB'ye girmesi, dolaylı olarak Türkiye'nin AB'ye girmesidir. Nitekim durumu gören AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen, dışişlerimize 1 Aralık'tan önce de müzakere tarihi verilebileceğini söylemiştir . 10 Şubat aynı zamanda bir saplantıdan kurtulma tarihimizdir. Oldum olası "biz cephede kazanır, masada kaybederiz" gibi bir fikri sabitimiz vardır. Demek ki hakkıyla hazırlanıp ekip ruhuyla hareket edince masada da kazanılıyormuş. Unutulmasın ki KKTC 1 Mayıs'ta sadece Avrupa Birliği'ne üye olmayacak, bir şekilde dünya da onu tanımış olacaktır.