Ticari hayata, yayın hayatına 40 yıllık alışkanlıklar, bugün de yön verirse yanlış olur. Bir zamanlar, yaz ayları "ölü mevsim" sayılırdı. Bu kanaat o dönem için haklıydı. Çünkü, haberleşme de yoktu ulaşım da... Kışlar uzundu, yazlar ölü... Dünya, çok uzaklardaydı, sınırlarımızın ötesi "düşman" doluydu. Bizim her birimizse o bilmediğimiz dünyaya bedeldik. Nadir evlerde, nadir iş yerlerinde telefon vardı. Telefonla poz vermek, kol saatiyle poz vermek devrin fotoğrafçılık duruşlarıydı. Gazeteler, siyah-beyazdı ve az sayfalıydı. İstanbul'da basılır, bazı Anadolu illerine bir gün sonra giderdi. Trenin İstanbul'dan Ankara'ya iki günde gittiği o devirlerde çocuklar, Anadolu bozkırlarında kara trenin inleye oflaya geçtiği demir yolu çevresine dizilip gazete isterlerdi. Onun için okunan gazete atılmaz tren seyahatlerinde pencerelerden o çocuklara fırlatılırdı. Gazeteyle bu yolla tanışan o çocuklardan kim bilir bugün kaçı bakan, kaçı büyük iş adamı? Daha devlet televizyonu bile yoktu. Yurt dışına çıkan insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Yurdun yarısı, portakalı görmemiş, muz büyük çoğunluk tarafından tadılmamıştı. Şehirlerdeki doktor sayısı yok denecek kadar olur, çoğu pratisyen hekim olan bu Volks Wagen'li meslek mensupları her hastalıktan anlarlardı. İşte o dönemlerde yaz ayları ölü geçerdi. İnsanlar, yaz sıcağından kendilerini yaylalara, yazlıklara atar ve bir mevsim boyu oralarda yaşarlardı. Şehirler tenhalaştığından yazın iş olmaz, satışlar durur, gazeteler tiraj kaybederdi. Sonraları gelişen ve değişen hayat şartlarıyla bu şehri terk etme alışkanlığından yavaş yavaş vaz geçildi. Şimdi gerçekler, çok ama çok farklı. Her yerden ânında dünyanın her yeri ile irtibat kurmak mümkün. Herkesin cebinde, evinde telefon var. İnternet ve televizyonla dünya odalarda. Milyonlar dış gezilere gidiyor. Tatil anlayışı değişti. Kepenk indirip yaylaya çıkılan günler, masallar kadar ötede. Bugün hem tatil yapılmakta, hem iş yeri çalışmakta. Artık yaz ayları ölü aylar değil. Tam tersine insan sirkülasyonunun artması sebebiyle ayrı bir verimlilik dönemi. Eskiden bırakınız haziran, temmuz, ağustosu yeni bir gazete yayın hayatına ilk baharda bile başlamazdı. Şimdi yaza girerken veya yaz ortasında yeni gazeteler çıkıyor. Onun için artık o 40 yıllık "ölü mevsim" rehavetinden kurtulmalı. Yaz aylarının ölü geçtiğini, iş yapılamadığını sananlar yanılıyorlar. İnsanlar, iki kısım, bir kısmı, ticari hayata dedeleri gibi bakmakta, bir kısmı ise dinamizmi görmekte. Haziran ve temmuzun da mart kadar, nisan kadar bereketli olduğuna inanan kazanacak. Kulaktan dolma bilgiyi karine farz edenlerse kaybedecek. Kışın yaz aylarının bütün taze sebzelerinin manav tezgâhlarını doldurduğu bir devirde, yaz mevsimi ölü geçer mi? Neden geçsin? Kışın nereye ne naklediliyorsa yazın da gitmekte. Ulaşım ve haberleşme varsa ölü mevsim olmaz. Ölü mevsim lafı öldü. Zamanı iyi yönetiniz. Her mevsim güzeldir. Her mevsimin kendine göre fırsatları vardır. Bu tip düşünceler, ayağımıza bağ olmasın. Yalnızca kendi kendimizle değil, dünyayla yarışmak zorundayız. İstesek de bir yarışın içindeyiz, istemesek de. İyi yarışmazsak ayaklar altında kalırız. Senenin yarısı tatil, yarısı ölü mevsim olursa ne zaman çalıp kazanılır da bu geri kalmışlık zinciri kırılır?