Öpülesi kalemler

A -
A +

Öpülesi ellerde, öpülesi kalemler, bereketli mahsuller harmanlarlar. Tenhalık ikliminde zehirle pişmiş aşı yerler. Yüzlerinde tebessüm yakamozları açsa da gözyaşları içlerine akar. Cengiz Aytmatov'u kaybettik. Büyük Türk kültürü, ufka şahsiyetli bir kale inşa etti. Fani beden öldü, fakat ruh ebediyete ağdı, eser, zaman ırmağına nakışlandı. 1977 olmalı, Türkiye'yi bugün hatıraları ızdırapla tutuşturan sol-sağ kavgaları kasıp kavurmakta. Ortaköy Sinemasında Kopar Zincirlerini Gülsarı diye bir Sovyet filminin oynadığını öğrendik. Cengiz Aytmatov ismini yeni yeni işitmekteydik. Gün, yeni yeni uzayıp yüzyıl olmaktaydı, gün henüz asra bedel oluyordu. Orta Asya Türklüğünden bir çiselti yakalarız ümidiyle o filme gittik. Seyirci olarak 20-25 kişi vardı, parkalı, postallı, sarkık bıyıklı oğlanlar ve erkek kılıklı kızlar. Biraz da saklanarak arkalarda bir koltuğa iliştik. Merak içinde bir yalnız genç ve ideolojilerinin hayallerinde sosyalist olduğunu sanan gençler. Film başladı. Eser, Cengiz Aytmatov'un. Atlar, şiir gibi koşmakta, esen yeli arkada bırakmakta, doru ve al atlar rüyada gibi. Fakat o da ne? Ne bir propaganda var, ne de bayat ideoloji. O ân saplantılı ham hayalin gerçeklerden kopardığı gençlerin yüzünü görmeye beyaz perdenin ışığı yetmiyordu. Bir yere gelince filmde bir erkek ses, Manas Destanı okurcasına şöyle dedi "bu toprakları bize bırakan ecdada rahmet olsun". Bu cümleden anladık vaziyet başka. Bizim sezgilerimiz, çoğunluğun ideolojik yaklaşımına galip gelmişti. Cengiz Aytmatov, 1992'de Süleymaniye'deki Dar'üz Ziyafe'de konuğumuz iken sohbet ediyorduk. "Cengiz Bey, yazmaya başlama sebebiniz ne?" diye sorduk. "Ruslar, babamı gözümün önünde öldürdüler. Ya duvarlarla konuşacaktım, veya kâğıtlarla" dedi. Babası inşallah şehit olmuştur. Fakat kaderdeki giriftliğe bakınız. Bir çocuğun yaşadığı facia, 300 milyonluk bir milletin kazancı oluyor. Bir şerden bir büyük yazar yontulup çıkıyor. Otomobille dönerken şunu da sorduk "Cengiz Aytmatoğlu" dersek mahzuru var mı? Diye "hayır, dedi, hiçbir mahzuru yok, fakat böyle tanındım". Gıyabında iki Cengiz tanıdık. İlkin Cengiz Dağcı'nın Onlar da İnsandı romanıyla tanıştık, 21 yaşındaydık. Kırım aşkını anlatan daüssıla sevdasıyla yalımlanmış bu eserin sonra kasetini ve filmini yaptık. Fakat, şimdi o da yaşının kemâl noktasında olan Cengiz Dağcı'yla yalnızca bir kere telefonla görüşebildik. Cengiz Dağcı'dan 21 yıl sonra ise Cengiz Aytmatov'la aynı fikir ve nimet sofrasını paylaşmıştık. Cengiz Aytmatov vak'asıyla Hazreti Mevlana'yla İmamı Rabbani Hazretlerinin dil tercihlerindeki sırrı çözdük. "Neden Farsça yazmışlar?" diye düşünürdük. Aytmatov neden Rusça yazmıştı? Şayet Kırgızca yazsaydı kaç kişinin haberi olurdu? Eserlerini devrinin en yaygın dillerinden biriyle kaleme aldığı için yeryüzü onu tanıdı. Dünya büyük bir edebiyatçıyı, Türk milleti, müstesna bir yerli değerini kaybetti. Lisanın yerli olması eseri ve kişiyi yerlileştirmiyor. Cengiz Aytmatoğlu'nda dil cihanşümul iken her şey yerlidir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.