Bilmiyoruz Irak'a dair bu kaçıncı yazımız, kaç yazı daha yazacağız onu da bilmiyoruz. Irak, kanayan bir yara. O, bütün insanlığı alakadar etmekte. Fakat bizi daha çok alakadar ediyor. Zira bir başka yazımızda da dediğimiz gibi Irak, o kadar da Irak değil, hiç ırak, hiç uzak değil, aha şurada, yanı başımızda, etle tırnak gibiyiz.. Irak'ta olup bitenleri tekrar tekrar anlatacak değiliz, biraz merak eden her şeyi bilmekte. Irak artık yalnızca işgal ıstırabını yaşamıyor. Ondan bile beteri oldu, Irak'ta kardeş kardeşi boğazlamakta. En fenası bu, işgal orduları, memleketleri bir gün terk edip giderler. Ama o ülkenin öz çocukları nereye gitsin? Onlar bir yere gitmeyecekleri halde birbirlerine düşman olurlarsa bu husumet bir kezzap gibi eritip bitirir. Irak'ın zayıf tarafı inanç kavgalarıdır. Oradan yara almaya başladı. Artık bombalardan çok, kendi vatandaşları birbirlerini öldürmekte. İç savaş, Bağdat'ta cereyan ediyordu, şimdi Telafer'e kadar sıçradı. Telafer, Musul'un bir ilçesi. Tamamına yakını Türkmen. Şiilerin Sünnileri, Sünnilerin Şiileri öldürdüğü haber verilmekte. Hakikaten böyle mi, yoksa işin içinde başka işler mi var? Netice olarak Irak, işgal altında, kuzey, neredeyse bölünmüş durumda. Şimdilik Kürt-Arap savaşı yok. İşgal bitince bu da olabilir. İnanç savaşlarıysa artan bir hızla devam etmekte. Bu Irak, bu haliyle dünyanın, insanlığın yüz karası haline gelmiş vaziyette. Bu işgalin bitmesi, bu savaşın durması lazım. Türkiye, Ankara, şunlara hazır olmalı, önünde-sonunda bu ayıbı biz temizleyeceğiz. İngiliz askerleri İran'ın eline esir düşünce kimin kapısını çaldılar? Türkiye'nin. En geç Bush iktidarı sonrasında işgal bitecektir. O zamana kadar şii-sünni çatışması daha bir felaket haline gelebilir, birincisi buna hazır olmalıyız. İkincisi, İşgal sonrası Irak, ya Kürt, Şii ve Arap diye üç devlete bölünür veya önce Kürt ve Arap savaşı da yaşandıktan sonra bölünür. Muhtemel bir şii devletin İran'a iltihakı dahil bütün ihtimalleri hesaba katıp taraflar üstü bir konumda kalarak kucaklayıcı ve kucaklaştırıcı, barışı tesise dönük köklü, cesur, ufuklu siyasetler gütmeliyiz. Kendi içimizde, sahamızda istikrar olması her zaman teminat olmayabilir. Dünyaya anlatmamız gereken gerçek şudur: Orta Doğu, Orta Doğulularındır. Bunu anlatmalı ve üstüne düşünmeliyiz. Üstümüze düşeni yapmalıyız.