Basını kızdıran cümleleri İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'tan evvel Başbakan Recep Tayip Erdoğan sarf etmişti. Başbakan, onları İstanbul'daki cenaze töreninde de dile getirdi. Celalettin Cerrah'ınki bir bakıma tekrardır. Buna rağmen çok ağır karşılık aldı. Çünkü, kendi konuşması da çok ağırdı. Polisiye olaylarda 3 unsur vardır. Emniyet güçleri, failler ve medya. Medya ile emniyet kuvvetleri kader birliği içindedir. Elinde silah tutanlar kadar olmasa bile kalem, kamera, mikrofon tutanlar da tehlikeye muhataptır . Nitekim İstanbul'daki bombalamalardan önce Erbil'de İHA'nın canlı yayın arabası vuruldu, 500 bin dolarlık araba şimdi bir hurda yığını. Bereket versin ki arkadaşlarımız dakika farkıyla arabada değillerdi. Türkiye, kendi 11 Eylül'ü ve yüzyılın dehşetiyle karşı karşıyadır. Hadisenin soğukkanlılıkla tahlil edilip sağlıklı sonuçlar çıkartılması gerekirken tabut başında polemiğe girilmesi yanlış olmuştur. Bununla birlikte konuşmalar, meslektaşlarını kaybetmiş bir kimse tarafından yapılmaktadır, o ânki hissiyat gözardı edilemez.. Polisin görüşünü şöyle değerlendirmek mümkün: -Medya acele etmiş midir, sorumsuzluk mu göstermiştir? Zamanla yarışmak basın-yayının temelinde vardır. Üstelik rekabetin inanılmaz çapta yaşandığı bir meslektir. Haberin vaktinde yakalanması, vaktinde yerine ulaştırılması şarttır. Sorumsuzluk iddiası inciticidir. Takdir hatası başka, sorumsuzluk başkadır. Sorumsuzlukta nemelazımcılık vardır. Üstelik medya, kimleri teşhir etti ki bunlar yakalanamadı? Medyanın iddialarına gelince. İstihbarat zaafı doğrudur. Bunu burada mükerreren dile getirdik. MGK da kabul etti. Ama MİT, askeriye ve emniyetin istihbaratı, Celalettin Cerrah'ın mı emrinde? Bilgi akışındaki aksamadan şikâyetse doğrudur. Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin "haddini de aşar boyunu da" cümlesinin söylenmemiş olmasını temenni ederdik. Aynı ağır konuşma bir general tarafından yapılsaydı bu cümle kullanılır mıydı? Onun için emniyet güçlerimizin hepsine aynı özeni göstermeliyiz. Kaldı ki asker de çok isbetli bir hareketle polis cenazelerinde yer almıştı. Kavga ve polemik gününde değiliz. Her ân yeni bir şiddet dalgası gelebilir. Oturup eksik, yanlış ve aksamalar konuşulacağına sen-ben kavgasına düşmek ne kadar doğrudur? Üstelik neden ilk ağır ithamı başbakan yaptığı halde o değil de emrindeki bürokrat hırpalanıyor? Bahar havası korunmak isteniyor. O halde şu da görülmeli. İstanbul emniyet müdürü her zaman konuşamaz. Böyle bir imkân ve yetkisi yoktur. Medya ise her zaman konuşup yazabilir. Bunu yaparken insaf elden bırakılmamalı, bardağın dolu ve boş tarafı birlikte görülmeli . En mühimi ise kin güdülmemeli. Başbakan Erdoğan'a da diyeceklerimiz var: -Kelle isteyen çağdaş yeniçeriler çıkabilir. Üstelik hislerin kesif bir şekilde yaşandığı bir ânda sizin sözlerinizi dile getiren bürokratınızı harcarsanız bunun sonu gelmez. Diyeceğiniz şudur: -Beğenmediğiniz o görüşler bana aittir!!!... Bununla birlikte bütün bunlardan çıkan iki neticedir. İstihbaratta zaaf, devleti ilgilendirir. Medya-hükümet ilişkilerinde aksaklık, hükümetle basını ilgilendirir.