Polisimiz bugünkü yapıya, etkinliğe ve imaja kolay gelmedi. İlk devirlerde doğru-düzgün tahsil yoktu. Ortaokul mezunları baş komiser yapılıyordu. Tahsili, kültürü tam olmayan insanın beline silah takıp devlet adına çalışma yetkisi verilmekteydi. 40-50 yıl öncesinin Anadolu'sunda polis, korku unsuruydu. Saygı, şeklî ve mecburiyetten idi. Jandarma da öyleydi. 30 yıl evvelinin İstanbul'unda dahi Sansaryan Han'ının tüyler ürpertici hikâyeleri anlatılırdı. Sansaryan Han, eski İstanbul emniyet müdürlüğüdür. Bir kere uğrayan "Allah düşmanımı düşürmesin" duasıyla dışarı çıkardı. İttihad Terakki günlerinin meşhur Bekirağa Bölüklerinin devamıydı. Falaka ve işkence, insana hâlâ reva görülmekteydi. Anarşik olayların başlayıp hız kazandığı '60'ların sonu-70'lerin başında bildiğimiz polisin yanı sıra bir de Toplum Polisi kuruldu. Komünizan hareketler devleti tehdit etmekteydi. Bunun üzerine Adalet Partisi'nin İçişleri Bakanı Faruk Sükân, böyle bir polis teşkilatı kurdu. Bu polis, yıkıcı talebe hareketlerine karşı hakîkaten cansiperâne çalışıyordu. Bugünkü Çetin Altan'lar vs. o zamanlar hızlı sosyalist idiler. Boğaziçi Köprüsüne karşı çıktıkları gibi Toplum Polisine de karşı çıktılar. Başlarındaki miğferden dolayı toplum polisine lakap taktılar, "fruko". Bu bir gazoz adıydı. Kapaklı şişe benzetmesi yapılıyordu. Sadece polise lakap takmadılar. Toplum Polisi teşkilatını kuran bakana da "Zehir Hafiye" dediler, hep öyle yazdılar. İşin asıl acı tarafı üniversite rektörlerinin, mütevelli hey'etlerinin, profesörlerin haliydi. Daha 20'li yaşlarında sözde sosyalist ve güya devrimci, parkalı, sarkık bıyıklı maşa gençler, sağa-sola molotof kokteyli atıp, sağı-solu kurşunladıktan sonra üniversiteye sığınıyorlardı. O zamanki üniversite şehirleri, İstanbul, Ankara, İzmir ve Erzurum'dan ibaretti. Bu dört şehirdeki üniversite sayısı da galiba sadece 6 taneydi. Üniversiteye sığınan failleri yakalamak için polis, bir iki üniversiteye girince vaveyla koptu. En cazgır ses de İstanbul üniversitesinden geliyordu. Üniversite senatoları bir ağızdan bağırmaya başladılar, YÖK, henüz yoktu, "polis üniversiteye giremez!!!" Bu 3 ünlemli haykırış, devrin yıllar alan tartışması oldu. Çünkü imtiyazlı aile evladı bazı rektörler, sonradan hayatının baharında asılan bazı militanlara üniversitelerinde karargâh kurdurmuşlardı. Polis, üniversiteye girmez iddiası hemen karşı tezi de doğurdu "hayır girer". Devrin başörtüsü tartışması başlamıştı. Tartışma ne vakte kadar sürdü? Tâ ki İstanbul üniversitesi rektörünün odası basılıp yakılan koltuğu pencereden sarkıtılana kadar. O esnada rektörün hangi köşeye saklandığını tahmin edebilirsiniz. Bu hadise üzerine işte o unvanlı, etiketli adamlar, senatolar, bu defa yine haykırdılar "polis nerede!!!" Polis, toplumun, yükseliş, duraklama, gerileme, toparlanma, kalkınma gibi dönemleriyle paralel bir seyir takip eder. Hayat, sol-sağ diye keskin şekilde bölündüğünde ne yazık ki polis de en az ikiye bölünmüştü. Cumhuriyet dönemi eğitim, askerlik, maliye vs. gibi emniyet teşkilatında da İmparatorluğun devamıdır. Kelimelerle kıyafetin değişmesi şekle dairdir. Zabit subay olmuş, zaptiye polis. "Zaptiyeler bastı da bizi" bir türküdeki panik olduğu kadar polisin vaki başarısının folklora da intikalidir. Polis, herhalde yeni dönemde bu gibi mahsullerin sesinde yoktur. Yahut biz bilmiyoruz. Dediğimiz isabetliyse ondan şu çıkar, en azından yarım asrı aşkın zamandır polisin karalanmasından takdire imkân olmamış. Şimdi eskilerdeki o ceberut, kat kat enseli, asık suratlı, ağzı bozuk, rüşvetçi, dayakçı polis tipi yok. Hiç mi yok? Olanı da teşkilatın kendisi temizlemeye çalışıyor. Bundan sonra olmayacak mı? Her devride olur, gümrükte, icrada, tapuda vs. gibi orada da olabilir. Yüzde oranı önemli. Varılan noktanın ispatı ortada. Son zamandaki vahim manzaraya bakınız, polis geçim darlığından canına kıyıyor. Kim bilir belki o mağdur insanlar, nerde, ne zaman vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışıp da vicdan ve mâneviyat tarafını tercih etmiş, buhranını hayatıyla ödemiştir. Turgut Özal'la birlikte başlayan reformlar cümlesinden olarak devlet adeta yeniden yapılanırken polis, halkıyla barışmaya başladı. O günlerde başlayan iyileştirme faaliyetleri son birkaç senede zirveye çıktı. Eskiden vatandaşın kapısından girmeye korktuğu emniyet binalarında bugün eğitimli, lisan bilen, dünyaya açık pırıl pırıl gençler çalışıyor. Bugün İstanbul taksi şoförü trafik polisinden son derecede memnundur. Ümit ederiz ki diğer şehirlerimiz de böyledir. Bu polisin imajını korumak devletin de vatandaşın da polisin kendisinin de vazifesi. Polis, sosyalist de olsa, başka bir düşüncede de olsa kimseyi coplamasın. İnsana mutlaka insanca muamele etsin. Bekirağa Bölükleri, Sansaryan Hanları tarihin uzak dönemlerinde kalsın. Fakat polis, bir şeyler ortaya koyma adına kin saçan sosyalist göstericiye çiçek verme romantizmi de göstermesin. Amirleri böyle kararlar almasın. Reddedilecek el uzatılmamalı. Keza polis, son ceza kanunu değişikliğiyle bazı zanlılar karşısında adeta seyirci durumuna düşürülmüştür, TBMM bu hatayı derhal düzeltmelidir. Her ne derseniz deyiniz, ister "mülk" isterseniz "devlet", her iki kelimede murat edilen aynı mânâdır, şayet adalet mülkün temeliyse -ki öyledir- polis, o temelde temel taşlarından biridir. Emniyet yoksa kargaşa ve mal-can derdi vardır.