Recep Tayyip Erdoğan; belediye başkanlığından devlet adamlığına

A -
A +

Recep Tayyip Erdoğan, o günkü partisinin İstanbul il başkanlığıyla siyaset sahnesinde göründü. Milletvekilliği parti merkezi tarafından engellendi. Şüphesiz ki bir insan olarak o gün vekil seçilemediği için üzülmüştür. Fakat, kader, ezelde yazılanı bir gergef gibi işliyordu. Milletvekilliğine taş konması onu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına taşıdı. İstanbul gibi Türkiye ile özdeşlemiş, vitrin bir şehre muhafazakâr bir ismin başkan olması kendini ilerici gören çevrelerin tüylerini diken diken etti. Hemen dedikodu makinaları çalışmaya başladı. Ortalığa korku yayıldı. Belediyede çalışan kadınların kılık kıyafetlerine müdahale edilecekti. Bir zaman bu tedirginlik yaşandı. Kimseye ilişilmedi, kimsenin zevklerine karışılmadı. Ne var ki bir başka alanda yanlışlık yapıldı. Kaldırımlar yeşile boyandı. Bu hareket mezar taşlarının, türbelerin yeşile boyanması kadar yanlıştı. Medya ve muhalif çevreler ayağa kalktı. Her şey iyi giderken yersiz bir iş yapılmıştı. Neyse ki hatada ısrar edilmedi... Tayyip Erdoğan, daha sonraki çalışmalarıyla İstanbul'a unutulmaz büyük hizmetler yaptı. Belediye başkanlığı, siyaset dünyasında böyle bir icraat adamının varlığını tescil ettirdi. O günlerdeydi. MÜSİAD genel merkezinde 10-15 kişiyle bir toplantı yapıldı. Toplantı basına kapalıydı. Recep Tayyip Erdoğan bir konuştu. Şunu diyordu "bir rektörün, üniversite kapısında bekleyerek talebesine selama durması doğru mudur?" Aslında o gün her şey anlaşılmıştı. Bu ekip liderlerinden kopacaktı. Vakti bekleniyordu. Böyle bir fırsatı 28 Şubat getirecekti. Partisi kapanmadan kopsaydı, kaybederdi. Halbuki 28 Şubatta parti kapanmış, taban başsız kalmıştı. Ancak o ara belediye başkanlığı devam ederken Siirt'te şu meşhur şiir okuma olayı yaşandı. Devrin şartları iyi tartılmamıştı. Şiiri okudu, hapse girdi. Öküz altında buzağı arayanlar hukuku bir tarafa bırakmışlardı. Sonrası malum... Koalisyon dönemi. Erken seçim...Ve AK Parti'nin tek başına büyük bir çoğunlukla seçilmesi. Birtakım çevrelerde tüyler yine diken dikendi. Ama, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim sonuçları üzerine ekrana çıkarak yaptığı kısa konuşma endişeleri ortadan kaldırdı. Taraftarlarına sükûnet tavsiye ediyordu. En mühimi ise AB için çalışacaklarını söylemiş olmasıydı. Daha başbakan olmadan hemen bütün Avrupa ülkelerini dolaştı. ABD Başkanı Bush'la görüşmesi millette memnuniyet meydana getirdi. Çünkü bu millet, AB aile fotoğrafı için gidip fotoğrafta kaybolan temsilcilerinden dolayı kırıktı. Süper güç lideri karşısında onun gibi ayak ayak üstüne atmış liderini görünce bunu kalpten alkışladı. Ne varki parti kurmuş seçim kazanmışsa da başbakan olamıyordu. Ara seçim ve türlü tedbirlerle engeller aşıldı. O devre arkada kaldı. Ekonomiye disiplin getirildi, enflasyon 50 yıl geriye atıldı, içte stikrar, dışta itibar elde edildi. Müzakere için tarih alındı ve nihayet müzakereler başaldı. Bütün bunlar, hepsi Recep Tayyip Erdoğan için imtihandı, stajdı, kurstu. Türlü badireler atlata atlata gelen bu insan son bir hafta içinde 4 ayrı tavrıyla artık hükümet adamlığından da öte devlet adamı olduğunu isbat etti. Biri Şemdinli kaosu münasebetiyle oldu. "Bu olayları kim yapmış olursa olsun, ucu nereye varırsa varsın sonuna kadar takipçisi olacağız, yapan bedelini ödeyecektir" dedi. Bu tereddütsüz söz ve sağlam duruş doğuyu tatmin etmiştir. Lafı dolandıran bir konuşma yangını büyütebilirdi. Diğer net tavrı, dik duruşu AİHM'nin kararı karşısında oldu. Yine tereddütsüzdü. Kararı tahlil etti. Bazıları mal bulmuş mağribi gibiyken, başbakan hayır bu ferdi bir davadır, o kişiyi bağlar dedi. Nitekim o ilk ândaki yaygaradan sonra gelişmeler kendisini doğrulamaya başladı. Üçüncü cesur tavrını Danimarka'nın ikiyüzlülüğü üzerine başbakan Rasmussen'le yapacağı basın toplantısını iptal etmekle gösterdi. Sen devlet olarak hem bir örgütü gayrı kanuni sayacaksın hem de başbakanlar seviyesindeki toplantıya o örgütün taktisyeni bir televizyonunu davet edeceksin. Bütün bunlar olurken de Hafız Esat'ın dün Suriye'de yaptığı gibi bilmiyorum veya basın hürriyeti diyeceksin. Öyleyse merkepten düşmüşe dönersin. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son muhkem duruşu ise aynı Danimarka'da bir gazetenin Sevgili Peygamberimiz'e -aleyhisselam- hakareti üzerine oldu. Bu edepsiz gazete Efendimize sataşan karikatürler yayınlamış. Tayyip Erdoğan, meseleye sahip çıkarak taraf olduğunu gösterdi. Eğer daha evvel olsaydı, Türkiye'yi temsil edenler sadece fotoğrafta kaybolmayacak böyle bir terbiyesizlik karşısında "biz laik bir ülkeyiz" gibi akıl, mantık, iz'an dışı laflarla hadiseyi geçiştireceklerdi. Bütün bu tereddütsüz konuşmalar, net tavırlar, sağlam duruşlar gösteriyor ki Recep Tayyip Erdoğan, artık aynı zamanda devlet adamıdır. Kaldırım boyası yanlışlığından bu günlere. İnsan, tekâmül eden varlıktır. En büyük ihtiyacımız yetişmiş insan. Bu ihtiyaç, en fazla devlet adamlığı katında kendini gösteriyor. Politikacı, milletvekili, bakan olmak mümkün. Devlet adamı olmak, bunlardan öte.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.