Türkiye, "Denktaş istifa etmeli" meselesine odaklanmışken Brüksel'den farklı bir ses yükseldi. AB, Türkiye'nin "Kıbrıs'ta üzerime düşeni ifa ettim" değerlendirmesini "iyimserlik" olarak görüyormuş. Ona göre daha yapılması gerekenler var. Bu "yapılması gerekenler"i iki kategoride toplamak mümkün. Kıbrıs Rum kesimini tanımak. KKTC'de asker azaltmak. İlkinden başlayalım... Rum tarafını tanımaya dair istekler konusunda AB'nin elinde güçlü doneler bulunmakta. Şöyle ki: Rumlar, 1 Mayısta AB'ye giriyor. 17 Mayısta ise AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplanacak. Bu toplantı, bakanlar seviyesinde.Toplantıya Rum tarafının bakanı da katılacak. Ankara, aralarında tanımadığı bir ülkenin üyesinin bulunduğu heyetle nasıl müzakere yapacak? Masaya oturmaktan imtina etmeyeceğine veya Rum bakan oturunca masayı terk etmeyeceğine göre nasıl davranacak? Üstelik, Rumları tanımanın ötesinde daha esaslı bir açmaz bulunmakta. AB, Ankara'nın "Kıbrıs"ı tanımasını istemekte. 24 Nisan'dan sonra yekpâre Kıbrıs kaldı mı? Kıbrıs, Rumlar tarafından ikiye bölünmedi mi? AB'nin diğer done veya kozu da şu: Türkiye ile AB arasında 1995'te imzalanan Gümrük Birliği Sözleşmesi'ne artık Rumlar da dahil edilecektir. Tanınmayan bir devlet nasıl olacak da gümrük birliği mevzuatına tabi tutulacak, bu yönde genişleme ne şekilde gerçekleşecek? Diğer kategori itirazı ise adada asker azaltmamıza dair. AB, bu mevzuda aceleci davranmıştır. Bu teklifi bugün biz köşemizde yapmayı düşünüyorduk. Keza daha başka kalemler de düşünecekti. Hükümet düşünürdü, kuvvetle muhtemeldir ki genelkurmay düşünecekti. KKTC'nin tanınması için bir jest olsun diye daha doğrusu reel politikaya mutabakat maksadıyla askeri makul sayıya düşürüyoruz fikri seslendirilecekti. O halde? Yapılacaklar bellidir. AB, Türkiye ve KKTC'nin geceli gündüzlü çalışmalarını, ağır mesaisini "iyimserlik" gibi pasif bir ambalaja sarmaya kalkışmasın. AB, ABD, dünya, KKTC'yi tanısın, biz de Kıbrıs Rumlarının devletini tanıyalım. AB'ye üye olmuş bir toplumu yok saymamız mümkün değil. Lakin bizim şartın görmezlikten gelinmesi de mümkün değil. Aksi halde sürüp gidecek o pürüzlerin sorumlusu Türkiye olmaz. O zaman AB'nin başı sürekli ağrır. Asker azaltılması ise serbest irademizle tek taraflı kararımıza bağlıdır. Baskı yapılması ters tepki verir. Bölge ve dünya barışı için yakalanan bu neticeyi AB veya bir başkası taassuba kapılarak karartmamalı, tarafgirâne davranmamalı. Hele hele bunları müzakere tarihi vermekten kaçmak için malzeme yapmaya asla tevessül etmemeli. Feragat hep bizden beklenirse bu yanlış olur. Son diyeceğimiz ise bizimkilere. Hiç vakit kaybetmeden KKTC'nin ismini de şimdiden "Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" olarak değiştirelim. ........... SERDAR BİLGİLİ DOĞRU MU YAPTI? BJK, bu ülkenin tarihi ve köklü bir spor kulübü. Bizim bildiğimiz, Beşiktaşlıların spor camiasında ayrı bir yeri var. Beşiktaş eski İstanbulludur. Bu takımın siyah-beyaz renklerinde kara günlerin hicranı hâlâ okunur. Ağzından çıkanı kulağı duymayan bir kısım çapulcuların Beşiktaş ismiyle yan yana gelmesi imkânsızdır. Bu itibarla galiz sözlerle rencide edilen başkan Serdar Bilgili'nin tavrı, şahsiyetli bir tavırdır. Hele, giderek ucuzlayan namus, şeref ve haysiyet kavramlarına vurgu yapması ise çok isabetlidir. Güven tazelemek için istifa etmesi anlayışla karşılanır. Fakat tamamen çekilmesi fikri paylaşılamaz. Kem söz sahibine aittir. Kim sövmüşse kendi derekesini ortaya koymuş. Kulübe belki de en faydalı olacak yaşta ayrılmak olmaz. Başkan Serdar Bilgili, kendini ayak takımının önüne atmamalı.