Hiçbir sosyal hadise, sırf neticesiyle değerlendirilemez. İçtimai vak'alarda 'sebep-sonuç' illiyet rabıtası vardır. Eğer, bir devletin bir bölgesinde nüfusun şu veya bu kadar kesimi işi ayrılma noktasına getirmişse bunun sosyolojik, politik, iktisadi ve tarihî tarafı mevcuttur. Son asırda devlet, doğuda şefkat yüzünü değil, ceberrut çehresini gösterdi. Bir doğu çocuğuyum. Çocukluğumda büyüklerimizden duyduklarım, çevreden aldıklarım ve bizzat gördüklerim hep hatırımda.
Çok sıradan bir misal vereceğim:
Şu devirde bir ilkokul çocuğu öğretmeninden kaçar mı? Bunu birine sorsak şaka mı yaptığımıza dair hayretle yüzümüze bakar. Ama ne var ki köyümüzde çocuklar, iki yüz metre öteden de görseler öğretmenden kaçarlardı.
Kalem, silgi, defter ve kitabın olmadığı, oturacak sıranın bulunmadığı, yakacak odunun evlerden taşındığı, bütün sınıfların aynı çatı altında ve tek odada toplandığı kerpiçten bir köy ilk mektebi. Ve bunun 5 sınıfı birden okutan öğretmeni. Çocuklar, ders dışında köyün herhangi bir yerinde uzaktan öğretmeni görseler son sür'at koşarak evlerine girerlerdi. Çünkü, dayak bir öğretme metoduydu. Öğretmeni gören çocuk, dayak refleksiyle kaçardı. Devrin çocukları, gençleri evde, okulda askerde sık ve ağır dayak yerdi.
Okulu böyle olan bir hayatın daha kötü şartlardaki evlerini yazmaya içim elvermiyor. Anaların çektikleri, babaların ıstırabı buralara sığmaz.
Devlet, jandarma ve tahsilat devletiydi.
Tek Parti döneminde jandarma dipçiği, sefil kıyafetli köylünün sırtından kalkmamış, tahsildarın eli, köylünün cebinden çıkmamıştı. İslamiyet, Kur'an öğretilmesi ve ibadet mevzuunda ise tam bir terör esmişti. Jandarmanın, memurun görme ihtimali olan yerlerde "tanrı uludur" çağrısı yapılır, çevrede bir tehlike yoksa Ezan-ı Muhammedî okunurmuş.
İnsanlıktan mahrumluk dönemi arkada kaldığı halde Demokrat Parti iktidarında bile izleri, korkuları hâlâ devam ettiğinden, bizim ilkokulda okuduğumuz zamanlarda da bir talebe, uzaktan gördüğü öğretmeninden kaçmaktaydı.
Bir acı gerçeği dile getirmek zorundayız:
Çocukluğumuzda aile ve çevredeki diğer büyüklerin anlattıklarından çıkan sonuç şudur. Tek Parti zulmünde köylü, bir hayvandan bir parça daha değerliymiş o kadar. O köylerde ilaç, sağlık ocağı, yol, ışık, haberleşme, radyo, sabun, gibi medeni hayata dair hiçbir şey mevcut değildi. Ekmeğin karneyle verilme dönemi bitmiş, gaz yağı ve tuz bulunuyor fakat şu saydıklarımız ve daha birçok benzerleri yoktu. Bu sebeple Tek Parti'ye karşı bir dönemin politik eleştiri dilinde "gaz-bez-tuz" vardı. Çünkü Tek Parti'de kefen bezi dahi bulunamadığı günler görülmüş. '70'lerde, '80'lerde "CHP demek karne demektir, kuyruk demektir" denirdi. Buna Ülkücüler, bir slogan daha eklemişlerdi:
Zam, zulüm işkence işte CHP!