Birini sevmek, hakkını teslim etmek için onun ölmesi veya hastalanması mı lazım? Bunlar olmadan, insanlar ölmeden, idam edilmeden, hapislerde yatmadan, sürgünlerde hasretle kavrulmadan, hastalanmadan, sakatlanmadan evvel sevgiler, nerelerde hangi kalplerde, kasalarda, hangi cimri sandıklarda kilitlidir? Sultan Abdülhamit, tahttan indirilip sürgüne gönderildi, bir müddet sonra mecburen geri getirildi ama ömrünü hapiste tamamladı. 1918'de hayata veda ederken yolun sonu görülmüş, imparatorluk bitmişti. Bu yüzden caddelerin almadığı kadar kalabalık kitleler, tabutu takip ederken hıçkırarak "bizi bırakıp da nerelere gidiyorsun?" diye soruyordu. Adnan Menderes önce idam edildi, hain ilân edildi. Çeyrek asır sonra ise yine binlerin iştirakiyle devlet töreni yapılarak cenazesi nakledildi. Kendisine türbe yapılıp ismi caddelere, üniversitelere, hava meydanlarına verildi. Turgut Özal'ın ne çok sevildiği ölümüyle ortaya çıktı. Sevildiği biliniyordu. Ne var ki bu kadarını kimse tahmin edemezdi. Camiler, meydanlar adam almadı. Her fikirden insan, cenaze namazında omuz omuza durdu, bütün Türkiye ağladı. Milyonlar oradaydı, ellerde yükseltilen on binlerce pankart vardı fakat onlardan biri herkese tercüman oldu "dindar, demokrat ve liberal cumhurbaşkanı". Bu cümle, bu milletin, cumhurun başındaki cumhurbaşkanı tarifidir. Alparslan Türkeş'in de gerçekte ne kadar sevildiği vefatıyla anlaşıldı. Halbuki hayatı nasıl çetin geçti. Neleri, ne zorlukları, sürgünleri, hapisleri göğüsledi. Partisinin çıkarttığı milletvekili sayısı hep sembolik sayılarda kaldı. Öldüğünde yüz binler tabutunun arkasındaydı. Öldü, boşluğu fark edildi, fikri iktidara geldi. Bu misaller, sanat ve edebiyat dünyasından örneklerle zenginleştirilebilir. Yahya Kemal hayatta iken tek yayınlanmış kitabı olmadı. Ahmet Hamdi Tanpınar düne kadar tutucu biri sanılıyordu. Necip Fazıl, Özal'la başlayan ekiplerle dünya görüşünün iktidar olduğunu göremedi. Cenaze namazındaysa darbe rejimi var olduğu halde insanlar sel olup aktı. Sezai Karakoç, başka bir düşüncenin, ayrı bir dünyanın adamı olsaydı şimdi Türkiye'nin biri şair, biri romancı Nobel almış iki ismi olurdu Her alandan isimler sıralamak mümkün. Bunu ailelerde, iş yerlerinde bile görüyoruz. Değer kaybedilince, yok olunca, elden çıkınca anlaşılıyor. Bu keyfiyeti, başbakan Tayyip Erdoğan'ın hastalanmasında da yaşadık. Hiç beklenmedik kimseler "ağzımız yüreğimize geldi" dediler. Oysa böyle diyenler daha düne kadar ateş püskürüyordu. Demokrasi hata çetelesi tutmak değildir. Takdir edilecek olan iş eser, çalışma, başarı görülebilmeli. Bir gün hazreti Ömer, bir vali tayin eder. Adam, övünmek için olacak ki evlatlarını hiç öpmediğinden bahseder. Hazreti Ömer, "evladına merhamet etmeyen, kimseye merhamet etmez" diyerek tayin kararını iptal eder. Bu katı anlayış bugün de mevcut. Bugün de evladından sevgiyi esirgeyen babalar var. Bir yetimin başını okşamayı bile iş sayan, bu hareketi mükafatlandıran bir din ve sevgisini kalplerine gömen babalar. Adalet, hakkı teslim, merhamet, sevgi. gibi hasletler insanı insan yapan temel unsurlar. Onun için teşekkür kıymetli. Dua kıymetli. Neden illa ölsün veya hastalansın ki hayırla yâd edelim? Takdir, iyiliğe teşviktir, evvela onu yapanı motive eder sonra da benzerlerini çoğaltır. Sevgi, merhamet, takdir sözleri insanı fakirleştirmez, aksine gönlünü zengin, kendini sevilen biri yapar. Tekrar merhamet toplumu olmak zorundayız. Kıskançlık, çekememek bizlerden uzak olsun. Karamsarlık, hep eksiği, hatayı görüp güzellikleri yok saymak bize yakışmaz. Sevgi için ölmek, hastalanmak, karalanmak şart değil. Sevginin cimrisi olmamalı.