Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanıyken, bu mahkemenin 32. Yıl dönümü münasebetiyle çok takdir toplayan bir konuşma yapmıştı. Konuşmaya ilk dikkat çeken kalemlerden biriydik. Tavır, demokrat ve sivil bir kimlik ortaya koymaktaydı. Buradan hareketle cumhurbaşkanı olunca da kendisine destekler vermiş, bu yazılarımız üzerine de bizi Çankaya'dan aratarak teşekkür mesajlarını yollamışlardı. Sonrasında sayın Sezer, resmi arabasıyla kırmızı ışıklarda durmak gibi makamına intibak arayışları yaşadı. Bunu takip eden zamanlardaysa yavaş yavaş sessizliğe gömüldü. Tâ 19 Şubat 2001 Tarihine kadar. Bu tarihte devrin Başbakanı Bülent Ecevit'le tartıştılar. Sinirlerine hakim olamayarak Türkiye Cumhuriyeti başbakanına elindeki Anayasa kitabını fırlattı. Bu hareket üzerine de o günlerde hâlâ öz oğlu kadar Ecevit'e bağlı olan başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanına çok ağır sözler sarf etti. Maalesef kırılan kol yen içinde kalmadı. Merhum Bülent Ecevit, içerdeki kavgayı, öfkeye içinde olarak ayak üstü bir basın toplantısıyla açığa vurdu, piyasalar tepesi üstüne gitti, kriz patlak verdi, insanlar bir ekmeğe muhtaç hale geldiler. Bugün dahi o günlerden binlerce mağdur var, iş aramaktalar. Bunlar hafızalarda bütün acılığıyla tazedir. Tafsilata gerek yok. Derken Cumhurbaşkanımız, Çankaya'da tam fena buldu.. İsmi sadece kanunları iade etmesiyle anılıyordu, o kadar. Kendisini oraya taşıyan insan olmasına rağmen Bülent Ecevit'le kavga etmişti. Yeni hükümet ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la kavga etmedi ama çok yakın da olmadılar. Herkesin üzerinde ittifak ettiği, sayın Sezer'in yargıç hüviyetinden bir türlü kurtulamadığıydı. Nihayet 7 yıllık Çankaya misafirliği doldu. Türkiye, 11. Cumhurbaşkanı kim olacak diye sorar, dünya bunu merak eder, Tayyip Erdoğan ismi tartışılırken Perşembe ve Cuma günü iki beklenmedik konuşma yapıldı. Perşembe günü genelkurmay başkanımız Yaşar Büyükanıt Paşa konuştu. Bu basın toplantısı çok merak ediliyordu. Bırakınız sözleri, mimikler bile takipteydi. Sayın Büyükanıt, dengeli ve seviyeli bir konuşma yaptı. "İki Körfez harekâtında da kaybettik sözleri" yüzde yüz doğruydu. Bize kalırsa bu basın toplantısıyla bu memleketin genelkurmay başkanı bir haber veriyordu. O haber şuydu. 'Irak parçalanıyor, Kürdistan devleti kuruluyor, bölücü örgüt mayıs ayında kanlı eylemlere hazırlanıyor, iki kere kaybettik üçüncü kere kaybedersek bu bir felaket olur!!!..." Konuşma iyi, bazı gazeteci soruları berbattı. Hemen ertesinde, cuma günü ise sayın Sezer, İstanbul'daki Harp Akademileri'nde konuştu. Türkiye, arka arkaya iki seçime giderken, genelkurmay başkanı, haklı olarak konuşana değil, konuşturana bak derken, bu sözün muhatapları Büyükanıt Paşa'ya taarruz ederken Türkiye Cumhurbaşkanı birlik ve beraberlik yolunu gösteren tavsiye ve nasihatlerde bulunmalıydı. Çünkü Çankaya sakinleri bütün milletin, cumhurun başkanıdır. İster siyasetten gelsin, ister adliyeden, isterse başka yerden. Seçilen, Cumhurbaşkanı olan TC vatandaşı, artık iki kolunu iki yana açarak milletini kucaklar. O son dakikaya kadar tam tarafsızdır. En beğenmediği ân ve olaylar karşısında bile muhalefet lideri gibi davranamaz. Üstelik veda, helalleşme konuşması yapılıyordu. Buna rağmen sayın Sezer, marjinalleri "daha ne duruyoruz?" heyecanına getirecek cümlelerle "siyasal rejim, hiçbir zaman olmayacak kadar tehlikede!" iddiasında bulundu. Bu iddiaya ancak aşırı ulusalcılar katılabilir. Rejim, niçin, neden tehlikede olsun? Hayır!...Asla böyle bir tehlike yok. Dışişleri Bakanı sayın Abdullah Gül, "halk bu iddiaya katılmıyor" derken doğru söylüyordu. Şayet, Cumhurbaşkanımız 7 yıl içinde 7 kere vatandaşlarının arasına girseydi bunu bizzat görecekti. Havanın yumuşamaya, itidale, hoş görüye, kardeşliğe ihtiyacı varken tepeden estirilen rüzgârlarla gerginlikler arttı. Oysa o konuşmada dahi isabetli taraflar vardı. Her şeyin özelleştirilmesinin yanlış olduğu, medyada tekelleşmenin tehlike arz ettiği gibi. Ne var ki bir cümle diğerlerini unutturdu. Şimdi merak edilmez mi? Sayın Sezer, Çankaya'dan ayrılınca CHP veya DSP'nin başına geçebilecek mi? Solu birleştirebilecek mi? En tabii hakkıdır. İlgili partilere kaydını yaptırır. Mücadelesini verir. Delege tasvip ederse lider olur. Ama kolay mı? İkinci soru ise şu. 2001 Krizine sebebiyet verenlerden diye hakkında dâvâ açılacak mı? O gün Türkiye bütçesinin kaybı, PKK ile mücadeleye harcanan dev meblağdan az olmamıştı.