Sözümüz, 2001 krizinin hortlamasını isteyenlere

A -
A +

İki yıldır, AK Parti'nin kimi aday göstermesinin isabetli olacağına dair birçok isimler sıraladık. O kadar yazıp konuşmamız arşivlerde kaldı. Bir süre devam eden sükût ve sürprizden sonra Abdullah Gül'ün adaylığı ilân edildi. Abdullah Bey, hemen herkesin kalitesinde, devlet adamlığı kapasitesinde ittifak ettiği bir isim. Eşinin örtülü olmasının da çok battığı kanaatinde değiliz. O halde problem nedir? Muhalefetin fanatik kanadı, her tarafın her hususta aynı düşünen bir ekibin eline geçmesini hazmedemiyor... Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işi elbette kolay değildi. Hem yüksek bir meclis grubunuz olacak, hem Cumhurbaşkanlığı gibi fevkalade mühim bir mevki için tavizkâr davranacaksınız. Başbakan layıkıyla güçlü olsa bile sıkıntı çıkartanlar var. Halbuki bu bir ilm-i siyasetti, taviz değildi. AK Partili ancak kimsenin itiraz etmeyeceği bir isim tesbit edilseydi 22 Temmuz gibi iştirakin ister istemez düşeceği bir tarihte sandığa gitme mecburiyeti doğmaz, sol muhalefetin yekpâre olma ihtimali gelişmez, toplumu geren yürüyüşler yapılmaz, işe asker karışmaz, Anayasa Mahkemesi devreye girmezdi. "Bekâra karı boşamak kolay" demişler. Deniz Baykal, muhalefet lideri. Hiçbir icrai derdi yok. İstediğini konuşabiliyor. İktidar partisinin lideri, ana muhalefet liderinin her dediğine cevap vermemeli, cumhurbaşkanı aday arayışlarında CHP genel başkanına da gitmeli, yüksek mahkemenin kararından sonra "demokrasiye kurşun sıkıldı" denmemeliydi. Başbakan Anayasa Mahkemesini kastetmemiş olabilir. Fakat meşhur söz değil midir? "Sen ne dersen de, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır". En masum sözlerin bile zıt taraflara çekildiği bilinen bir gerçektir. Diğer taraftan Deniz Baykal'ın "Cumhurbaşkanı seçmiyorlar, kapı kulu tayin ediyorlar" demesi kötü, "mahkeme talebimizi reddederse iç çatışma çıkar" iddiası inanılmaz sorumsuzluk numunesiydi. Aynı şekilde Erkan Mumcu'nun "Çankaya'ya aş eriyorlar" ithamı yüz kızartıcıydı. Anayasa Mahkemesinin anında başbakana laf yetiştirmesi de yersiz oldu. Mahkeme siyaset yapmaz, politikaya dalmaz o kararıyla konuşur. Tarafsızlığı temsil etmesine rağmen Bülent Arınç'ın parti sözcüsü gibi sık sık beyanat vermesi 1 Mart Tezkeresinden sonra Çankaya hüsranında da önemli ölçüde rol oynadı. Bu kadar mı? Hayır! Cumhurbaşkanı Sezer, varsa bile gerilimi, sertliği bitirmek için çaba harcayacağına "darbe için daha ne bekliyorsunuz" diye anlaşılması mümkün bir çatık kaşlılıkla askere giderek "rejim tehlikede!" diye sertleşmesi, askerin internet sitesinde yorumlara bile yasak getirilmesinden dem vurulması zincirleme hatalardan birkaç misal. Ancak hatalar bundan ibaret değil. Bir de basın var. Medya vebali en çok olanlardan. Manşetlerde, köşe yazılarında, programlarda öyle haşinlikler yapılmakta, hatta kinler güdülmekte ki insan hayrete düşüyor. O zaman nerede insan hakları? demekten kendinizi alamıyorsunuz. Fikrini veya işini beğenmedikleriniz de en nihayetinde insan. Tenkit, eleştiri yergi başka ağız dolusu küfredercesine aşağılama başka. Türk medyasında başbakan, bakan, bürokrat vs. için bunlar yapılabilmekte. Bitti mi? Az kalsın unutuyorduk Bir de Sabih Kanadoğlu adında tek başına muhalif bir hukuk şövalyesi var. Dar çerçevede kuru yorum yapan keskin biri. Gözlemimiz o ki... Bütün kesimler içinde en hassas davrananlar, TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD ve İTO oldu. DİSK İstanbul'u felç etti. Vakti geçmiş ideolojiler uğruna İstanbullu azap yaşadı. Her ne ise sonunda 22 Temmuz göründü. Artık, germeyin, yormayın, kırmayın. Herkes kendine sorsun "nerede hata ettim?" Neyse ki piyasalar sağlam duruyor. Eğer gerginliği tırmandırırsanız 2001 krizi hortlar. Herkes dikkatli olmalı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.