Suriye, bizim Şam vilayetimiz. Şam ise isminin sonuna yüceltici sıfat eklediğimiz nadir şehirlerimizden biriydi, "Şam-ı şerif". Osmanlıdan sonra önce Fransızların hakimiyetine geçti, sonra Suriye devleti kuruldu. Suriye, 1960'lara kadar darbeler curcunası yaşadı. Kendisi de darbeyle gelen Hafız Esad'dan sonra darbeden eser kalmadı. 1968'de İsrail aleyhine katıldığı savaşta bu devlet lehine olarak Golan Tepelerini vererek toprak kaybetti. Fakat kendisi de daha sonra Lübnan'a girdi. Suriye kontrolündeki Lübnan'ın Bekaa Vadisi uzun seneler Türkiye düşmanlarının yetiştirildiği gerilla kamplarına yataklık yaptı. Türkiye'yi karıştıran eli silahlı militanlar bu kamplarda eğitim aldı. Keza Baasçı sosyalist Hafız Esad yönetimi, Abdullah Öcalan'ı 15 sene kadar Şam'da el üstünde tuttu. Bölücü başı Türkiye'ye karşı yürütülen isyanı Şam'dan idare etti. Esad, Ankara'nın müteaddid ikazlarına oralı olmadı. Süleyman Demirel'in Şam'a kadar gidip adresini vermesine rağmen Esad, aranan şahsın Şam'da olmadığını söylemekten çekinmedi. Nihayet Atilla Ateş Paşa'nın Hatay'dan sert çıkışıyla Şam'dan atıldı. Daha sonra Ankara-Washington işbirliğiyle Afrika'da yakalanıp getirildi. Bölücü başının yakalanması Türkiye kadar Suriye'nin de işine yaradı. Hele bir de geçen zaman içinde Beşir Esad iş başına gelince Türkiye-Suriye münasebetleri çok iyi bir hal aldı. Suriye devlet başkanı Beşir Esad, Türkiye'yi, dışişleri bakanı Abdullah Gül ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Suriye'yi ziyaret ettiler. Şimdilerde ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye ziyareti gündemde. İşe bakınız ki zaten nadiren dışarı çıkan sayın Cumhurbaşkanının Finlandiya gezisinden sonra Suriye gezisi de tehlikeye girdi. Bizim Suriye ile münasebetlerimiz müsbet yolda giderken ABD'nin münasebetleri tam aksi yönde seyretti. ABD'nin Irak'tan sonra İran ve Suriye'yi vuracağı söylenmekteydi. Hatta Tahran'la ciddi ağız dalaşları da yaşandı. Fakat İran sert çıkmıştı. Bundan mıdır, bir planlama sonucu mu her nedense ABD dışişleri bakanı Rice, sürpriz bir şekilde İran'a ekonomik yardım yapacaklarını bile söyledi. İran şu sıra hedef dışı. Bu arada Suriye, sessiz ve ılımlı bir politika takip ediyordu. Erdoğan'ın ziyareti Suriye için adeta can suyu oldu. Ne var ki kısa bir zaman sonra Lübnan'da eski başbakan Hariri öldürüldü. Washington, Onun öldürülmesinden Şam'ı sorumlu tutar oldu. Suriye'nin Lübnan'dan askerlerini çekmesi için baskılar başladı. Baskı, ABD'den geliyordu. AB dolaylı bile olsa destek veriyordu. Türkiye ise denge politikası gütmekteydi. Ankara'nın çekilmeyi baskı boyutuna vardırmaması Washington'u memnun etmedi. Halbuki genç Esad, çekilme politikası güdüyordu. Garip olansa Lübnan'da toplanan 1 milyon kişinin Amerika aleyhine Suriye lehine gösteri yapması. Bunlar öyle bindirilmiş kıtalar değil. Lübnanlı basbayağı, Şam'ı yanı başında görmek istemekte. Bütün bunlara rağmen varılan noktada Washington, alenen ve resmen Cumhurbaşkanı Sezer'in Şam ziyaretine cephe alıyor. AB'yi de yanına çekmiş durumda. Dedikleri diplomatik dilden de öte net. "Ya bizimle olursunuz veya Suriye ile!.." Buradan ABD'nin Suriye'yi vuracağı sonucu çıkmakta mı? Kesinkes "evet" denemezse de en azından hayır denemez Irak'ta başı dertte bir ABD neden yeni cepheler açar, bu akıl kârı mıdır? İzahı zor. 40 Yıldan beri ilişkilerimizin ilk defa böylesine düzeldiği Şam'la kötü olmamız istenmekte. Beyazsaray'ın anlaması lazım. Yukarıdan beri Suriye ile tarihi seyre boşuna anlatmadık. Şam'ın Ankara'ya karşı zaman zaman ahmakça tavırları oldu, düşmanlarını besledi, eğitti. Ama buna rağmen Suriye halkı, bizim din kardeşimiz. Eski vatandaşlarımız. Akrabamız. Bizim Suriye'ye düşman olmamız söz konusu olamaz. Gerçekler böyle. Ne var ki başka gerçekler de var. Hem ABD ve hem de AB Türkiye cumhurbaşkanının Şam'a gitmesine soğuk bakmaktalar. Tam da o sözdeki gibi, gitmek mi zor, kalmak mı zor? Faydaya bakılır. Türkiye cumhurbaşkanının Suriye'ye gitmesi mi iki ülke halklarının menfaatine olacak tehir etmesi mi?