Yaz aylarındayız, son baharsa çok uzakta değil. "Ağustosun yarısı yaz yarısı kış" sözü meşhurdur. Hakikaten ağustosun ikinci yarısından itibaren hava döner. Ekimde bir pastırma yazı daha yaşanır. Sonra havalar soğur. Yaz aylarındayız, tatilciler, çoğunlukla deniz kenarlarında. Tatil yapmanın sırf denizde yüzmek, kumsalda yanmak olmadığını daha evvel kaleme almıştık. Bugünse bizatihi tatilin kendisi üzerinde durmak istiyoruz. Kim ne kadar tatili hak etmekte? Sihirli reklamlar, bütün basın vasıtalarında tatile özendirmekte. Çılgın bir reklam taarruzu altındayız. Sabah-akşam dört bir yandan o reklamları görüp de imrenmemek mümkün değil. Sorumsuz tüketim toplumu anlayışımıza bir de sorumsuz tatil hovardalığı eklendi. Tatil isteyen kendini hesaba çekmeli, nefsini sorgulamalı "tatili hak ettim mi? Aileme, şirketime, kurumuma, ülkeme ne kazandırdım?" Çalışanın tabiî ki dinlenmeye ihtiyacı vardır. Daha fazla çalışmak için dinlenmek gerekir, ancak, unutulmasın çalışanın. Bir çalışmayanlar var, bir yeteri kadar çalışmayanlar bir de çalışıyor gibi yapanlar. Gün doldurmak, hafta geçirmek, zaman öldürmek çalışmak değildir. Çalışmak, üretmektir, katma değerler kazandırmaktır. Bu noktadan bakıldığında tatil yapanların çok küçük bir kısmı geçer not alır. Diğer mesele de ne ile tatil yapıldığıdır. Reklamlar çağırıyor, insanlar, araba, çanta-bavul, koşuyor. Peki bu değirmenin suyu nereden? Beş yıldızlı oteller. Pahalı tatil beldeleri. Para nereden? Borçlu olmana rağmen tatildeysen öz servetini değil senden alacaklı olanın parasını harcıyorsun demektir. Bu bir nevi dolaylı dolandırmadır. Hem borç, hem tatil. Bu iki kelimenin yan yana gelmemesi lazım. Vicdanlar bunu kabul etmemeli. Diğer bir yanlışlık da borçlanarak tatile gitmek. Borçlanma iki türlü. İster bankadan kredi al, istersen kredi kartı kullan. İkisinin de acısı sonradan çıkar. Borç yiyen kesesinden yer. Tatil, bir gösteriye, desinlere, yer yer görgüsüzlüğe, anlamsız yarışa dönmüştür. Hayat pahalılığını da körüklemekte. Bütün tatilin bir-iki sahil şeridine yönlendirilmesi ise ülke dengeleri bakımından zararlı olmaktadır. Para akışı, nüfus akışı belli yörelere olmakta, diğer kent ve çevreler eşit haklardan mahrum kalmaktadır. Hadise sıradan gibi görülebilir. Fakat iktidar bunu böyle görmemeli, günü birlik düşünmemeli. Bu bir katmerli problem, mutlaka düzen ve dengeye kavuşturulması lazım. Bir tatil düzeni, disiplini, terbiyesi ve siyaseti olmalı. Cumartesi, pazar, bayram, kurtuluş, zafer vs. tatillerine bir de uzun senelik tatiller, yaz tatilleri ekleniyor. Borçlu bir memleketin, üstünde "geri kalmış" ayıbını bugün hâlâ taşıyan Türkiye'nin bu hovardalığı yapmaya hak ve yetkisi yoktur. Hele hele bu fakir devletin paralarını alıp yurt dışlarında harcamak vatana iyilik değildir. Meseleye dair kanuni düzenlemeler olabilir. Ne var ki kanunlar çok kere kâğıt üzerinde kalıyor. Vicdani düzenleme yapmadan kanuni düzenleme kaç para eder. Bir taraftan İstanbul'da otobüs duraklarında yaşayan zavallı yaşlılar olacak. Bir tarafta Antalya, Bodrum gibi yerlerde Pompei manzaraları. Bu halkın havailiğe, hovardalığa değil, tasarrufa alıştırılması lazım.