İsraf, çağdaş insanının bir türlü yenemediği bir felaket. Çağdaş insan, hayata gözlerini açtığı ândan itibaren israfı körükleyen her şeyle karşılaşmakta. Vitrinler, reklamlar, dev mağazalar, markalar vs. vs. Geçinememenin, huzursuzluğun arakasındaki en etkili faktör israf. Herkesin israfı, savurganlığı kendine göre. Herkes, kendi bütçesini zorlamakta. Herkes, kendine göre geçim darlığına, huzursuzluğa düşmekte. O sade hayatın tarifi imkânsız lezzeti alıp başını gitmiş. Elindekiyle yetinen yok. Ne mideler doymakta ne gözler. Giderek, evler otele dönüyor. Sınırlı kazançla sınırsız isteklerin karşılanması imkânsız. Ne kadar çok olursa olsun her kazancın, her gelirin bir sonu ve sınırı vardır. İsteklerse sınırsız. Eski insanın "kanaat" denen bir hayat görüşü vardı. Elindekiyle geçinmenin çaresini bulurdu. Bunda en mühim amil de analarımız, ninelerimizdi. İnsan, çağdaş masallarla iradesiz bırakıldı. Önce kadını, sonra çocuğu avladılar. Bu devrin insanından kaçı kendi kendisini yönetebilmekte? Sanayi toplumu özelliği, iletişim ve bilişim toplumu vasıflarıyla buluşunca bütçe açıkları kapanmaz oldu. Ailenin bütün fertleri çalışmakta fakat aile bir türlü borçtan kurtulamamakta. Birkaç dünya devi, bir kaç dünyalı sermaye, modern köle haline getirdiği bugünün insanının önüne albenili oyuncaklar çıkartarak onu istediği gibi oynatmakta. Süper marketler, hiper marketler, mağazalar zinciri, eğlence merkezleri kafeler, gece kulüpleri, cep telefonları, bilgisayarlar, hatta tatiller ve daha neler ve neler... Şehirlerde 8-10 katlı tüketim tapınakları. Ve onların kutsal eşyaları. Al at, kullan at, al sakla, kullan sakla. Sonuçta cemiyet sarsılmakta. Bir tarafta azmış kudurmuşlar kitlesi. Bir tarafta denize kayan orta tabaka. Bir tarafta havai fişekler, bir tarafta göz yaşları. Peki bu tren kazasında her gün kaç bin insan ölmekte, kaç bin aile faciası yaşanmakta?