Yalçın Özer

A -
A +

Yalçın Özer, rahmeti Rahman'a kavuşalı 4 yıl olmuş. Bir kere daha hayret halindeyiz. Zaman ne çabuk geçiyor yahu!.. İnsan aklı, zamanın ne olduğunu çözemedi ki geçip geçmediğini bilsin. Sağlık memuru bir babanın oğlu. Kayseri doğumlu, fakat Maraş'ta büyüme. O yüzden Maraşlı bilindi. Sonradan "kahraman" unvanını alan Maraş'ı çok severdi. Maraş ona herhalde bir edebiyat zevki vermişti, bir acı biber lezzeti, bir de Maraş otu tadı. Liseden sonra iki yıl Erzurum'da Ziraat Fakültesinde okumuş. Ama sağlıkla haşir-neşir aile, hekim olmasını istemektedir. Zaten Erzurum'da fakülteden çok, fakülte kütüphanesinin müdavimidir. Ziraat Fakültesindeki devre arkadaşları Vedat Beyit, İsmail Tiryaki ve kendisinin o günleri anlatmalarından çıkarttığımız şudur. Yalçın Özer, Erzurum'da "kıdemli" bir talebeyle tanışır, Nevzat Şeker. Yakınlarda kaybettiğimiz ve bu dünyada ne yazık ki tanışmamız kısmet olmayan Nevzat Şeker, "bambaşka" bir insandır. Bu "bambaşka" vasıflandırması onu tanıyan herkesin müşterek kelimesi. Yalçın Özer'le Nevzat Şeker sanki Mevlana'yla Şems gibidir. Maraş'ta Necip Fazıl'ı tanır. Erzururm'da İmamı Rabbani Hazretlerini bulur. Ailenin ısrarıyla tekrar üniversie imtihanına girer, İstanbul tıbbı kazanır. Tanışmamız tıbbiyeye kayıt için İstanbul'a gelmesi üzerinedir. O sırada biz de hukuk birinci sınıftayız. Erzum tahsilini dolu dolu yaşamıştır. Nevzat Şeker'le birlikte Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Sedat Umran, Kafka, Rilke, Rimbaund ve kim varsa devrilir. 1970 Aralığında tanıştığımızda Necip Fazıl'ın Çile ismindeki şiir kitabının tamamını ezbere biliyordu. Harika şiir okurdu. Yalçın Özer, kitabı seyretmezdi, süs eşyası olarak kullanmazdı. Kitabı eze eze, büke büke, kanırta kanırta okurdu. Okuduğu kitabı beyninin kıvrımlarına nakşederdi sanki. Daha sonra o kitapla alakalı bir mesele geçse ilgili bahsi en fazla iki çevirişte bulurdu. Geceler onundu. Kirada kaldığı talebe evlerinde disiplinli dostları vardı. Zeki Tıraş, Hasan Doğar, İsmet Anaç, Zekai Celep vs. Bir de ondaki rengi, kokuyu ve farkı sezip çay eşliğinde sabahlara kadar dinleyen dostlar. Kamil Kanlıdere'ler, Haşmet Çağırgan'lar, Nazım Umarusmanlar. Başka sevenleri de vardı. Küllük dönüşü şöyle bir uğrayan Celal Er, misafirlerine Horhor Caddesi üstündeki evinde sessizce çiğköfte yuğuran Ekrem Er gibi. 12 Mart Muhtırası yeni verilmişti. Fikir hayatı bir kere daha kavruktu. İsmail Hakkı Sağırlı ve A. Reşit Avanoğlu'nun sahipleri olduğu Berekât Yayınevi bünyesinde Sıla isminde amatör bir edebiyat dergisi çıkardık. Dergi, herhalde 3-5 sayı sürmüştü. Halbuki ortam öylesine müsaitti. Ne var ki sosyal ve siyasi şartlar berbattı. Akranlarımız sol-sağ diye ayrılmış birbirlerini kurşunluyordu. Tıbbiyenin son sınıfına geldiğinde bir gün Enver Ören Bey'e giderek Yalçın Özer'in Türkiye gazetesine yazı yazabileceğini arz ettik. Kendisinin bundan haberi yoktu. Önce "Ümit" köşe başlığıyla yazmaya başladı. Sonra başyazar oldu. İyi keşfetmiştik. Çünkü daha evvel sadece sohbetlerimiz vardı. Ölümünden evvel adeta başyazı kalıbından kurtuldu. Bu yazıları daha serbestti, kendini ve düşüncelerini daha iyi ifade edebiliyordu. Çeşitlilik kazanan yeni üslubuyla daha çok sevildi. Bu arada TGRT'de programlar da yapıyordu. Bir süre tabiblikle yazarlığı birlikte götürmüştü. Pratisyen hekimdi. Ancak teşhisleri müthişti. İnanılmaz derecede hafif iğne yapardı. Doktor olunca büyük muhabbet duyduğu Enver Ören, kendisine şunu dedi: "Reçeteleri besmeleyle yaz." Turgut Özal, Yalçın Özer'i çok sevdi. Kendi ifadesiyle solda Çetin Altan'ı, sağda Yalçın Özer'i takdir ediyordu. Daha sonra iktidar olan DYP'ye çok hakkı geçti. Fakat Tansu Çiller vefasız davrandı. Onu milletvekili yapacağına hiç şansı olmadığı halde İBB'ye aday gösterdi. Karlı bir Ankara gününde vefat ettiğinde rakibi olmasına rağmen Recep Tayyip Erdoğan Bağlum'a, kabrine kadar gitti. Kardeşi Metin Özer'i çağırarak ailesinin bir ihtiyacı olup olmadığını sordu. Yalçın Özer, altın beyinli, altın kalbli bir insandı. Güler yüzlüydü. Terbiye tabiî haliydi. Soylu bir kafaydı. Bir başka memlekette olsa kim bilir nerelere varırdı... Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi "bir değirmendir bu dünya". Öğütüp duruyor. Şimdi şu yazıda adı geçenlerin bazısı toprak altında, bazısı veda durağında, bazısı hayatla son kozlarını paylaşmakta... "Kimbilir nerdesiniz geçen dakikalarım? Kim bilir nerdesiniz? Korkarım yıldızların düştüğü yerdesiniz geçen dakikalarım". Siz mazlum olmayı mı, zalim olmayı mı tercih edersiniz? Dünya, zalimlerle mazlumların hikâye kitabıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.