Avrupa Parlamentosu Yeşiller/Avrupa Serbest İttifakı grubu Türkiye'de. Grup, yıllık kongresini İstanbul'da yapıyor. Bu vesileyle tertiplenen konferans, şu başlığı taşımakta, "AB'deki Türkiye; Ortak bir gelecek mi?". Konferans, Avrupa'nın Değerleri ve Sınırları, Sivil Haklar gibi daha bir çok alt başlığı da gündeme taşımakta. Faaliyete TBMM başkanı, Türkiye dışişleri bakanı, Alman dışişleri bakanı, gibi bir çok bakan, milletvekili, yazar ve aydın iştirak etmekte. AB yeni genişleme üyesi, Verheugen'in halefi Olli Rehn, grup eş başkanları, Avrupalı siyasilerle Türk asıllı milletvekili Cem Özdemir de bu sebeple İstanbul'dalar. Akredite/kabul edilir 200 gazetecinin Kongre/konferansı takip için şehrimize gelmesi dahi hadisenin ehemmiyetini ortaya koymakta. Kuvvetle muhtemeldir ki Yeşiller, aynı toplantıyı kendi merkezlerinde yapsalardı bu kadar alaka cezbetmezdi. Yeşiller grubu, daha düne kadar Türkiye'ye yüklenmekteydi. İnsan hakları gibi bir çok alandaki düzelmesi gereken eksik ve yanlışlarımızı görerek sert tavır koyuyorlardı. Ancak karşılarında samimi ve köklü icraatlar bulunca halleri değişti, yumuşadılar . Bu defa da bizim yanımızda yer alarak Avrupalı fanatiklere karşı bizi müdafaaya başladılar. Mesela bu grup, Türkiye hakkında referandum yapılmasına karşıdır. Bu manzaradan çıkartılması gereken iki ders var: Birincisi, bütün dünya, herkes, Türk'e düşman değil. O bir dönem yaşadığımız evhamdı. Geçmişte yüzümüze ayna tutanları hain, kasıtlı ve düşman saydık. İki sene evvel Günther Verheugen ile tabir caizse kanlı bıçaklıydık. Şimdi tam zıddı. İleride AB tarihimiz kaleme alındığında bu şahsın lehimize nasıl bir gayret içinde olduğu yazılacaktır. O halde kendi hatalarımızı görme alışkanlığı kazanmalıyız. İkinci ders lobiye dair. Lobicilikte hünerli olamadık. Yeşillerin İstanbul'a gelmesinde muhakkak ki Cem Özdemir'in rolü vardır. O halde Avrupalı Türkleri, kızları başlarını örtüyor, evlerinde Türkçe'den başka dil konuşmuyorlar gibi abes ötesi eleştirilerle inciteceğimize onlara lobicilikte ihtisas kazandırmalıyız. Her Türk yaşadığı memleketin vatandaşlığına geçmeli. Avrupa devletlerinin meclislerine onlarca Türk milletvekili girmeli. Avrupa'nın Yeşilleri, liberalleri, sosyal demokratları bize yakın. Muhafazakârlarıysa karşımızda. Tezada bakınız. Bizim muhafazakârlar Türkiyeyi AB'ye taşıyor. AB'nin muhafazakârları takoz oluyor. O zaman ister istemez soru şudur? Birlikte yaşanır mı? Aslında bu soru bizim için haksızlık. Buna rağmen iki gün önce son örneğini gördük. Dışişleri bakanımız Abdullah Gül, Berlin'deydi. Alman dışişleri bakanı Joschka Fischer, misafir Müslüman bakana iftar yemeği verdi. Tabir aynen böyle, akşam verilen o yemek, resmen akşam yemeği olarak değil de iftar yemeği diye duyuruldu. Kalemimizin ucuna gelen bir hakikati ifade etmeden geçemeyeceğiz. Artık başşehri Bonn değil de Berlin olan Almanya, AB için Türkiye'ye büyük destek vermekte. 1293/1876 Harbi, Mithat Paşa'nın büyük devletimizin başına açtığı, tarihteki en büyük felaketimizdir. O harbden sonra Avrupa'yı Osmani'yi kaybeden Osmanlı hükümet erkânı, bu kayıplarına dair muahedeyi Berlin'de düzenlenen Berlin Konferansı'nda imzalamışlardı. Berlin, Almanlar yeniden hayatımızda. Biz de onların hayatındayız. I. Cihan Harbinde Almanlar mağlup olunca biz de hükmen mağlup sayıldık. Binaenaleyh Almanların bize borcu çok fazla. Onun için konferansın sorusuna cevap şudur, evet, Avrupa'daki Türkiye ile ortak bir gelecek inşa olmakta. Rengi ne olursa olsun, barış güzeldir.