Zirvede kavga istemiyoruz

A -
A +

Biz bu kavgaları çok, ama çok fazla yaşamış nesilleriz. Başbakanla cumhurbaşkanının, ana muhalefet lideriyle başbakanın, muhalefet lideriyle muhalefet liderinin birbirleriyle konuşmadıkları günler gördük. Cenazelerde birbirlerinin yüzlerine bakmadıkları oldu. Şu gün dahi bazı kurumlar arasında sürtüşmeler devam etmekte. YÖK, Milli Eğitim Bakanlığına, Yüksek Yargı organları, hükümete kafa tutmuyor mu? Bu kafa tutmalar neticesi toplumda kangren problemler doğdu. Kim kendinin diğer vatandaştan daha vatanperver, daha milliyetçi, daha hayırlı olduğunu iddia edebilir? Edebilir de ispatı nasıl mümkün olacak? Bunun terazisi yok ki. Onun için aksine bir beyan olmadıkça herkesin bu vatan için çalıştığını kabul etmek gerekir. "Hain, sattı, çaldı" telaffuzu kolay ucuz laflardır. Devlet gücünü, o devâsâ mekanizmayı devletle millet, kurumlarla kurumlar, devletle devletler arası münasebetleri kavga, ihtilaf ve savaşlara dökmeden çekip çeviren, buna memur ve mecbur olan hükümetlerdir. Önümüzde Kıbrıs diye bir problem var. Bu sancı 1875'ten beri devam ediyor. İlkokul çocuğuyduk öğretmenlerimiz bizi bir meydana toplayıp "ya taksim ya ölüm!" diye bağırttılar. 1959'daki Kıbrıs politikamız taksimdi. Sonra olaylar türlü şekil aldı, bugünlere geldik. Şimdi iki devlet politikası birbiriyle çatışıyor. Biri Kıbrıs, diğeri AB. Avrupa Birliğine girmek istiyoruz, Kıbrıs'ı kurtarmak istiyoruz. Fakat dünyada yalnız değiliz. Rumlar az, arkaları ise kuvvetli. Onları AB'ye hemen kabul ettiler. Avrupa kendini eski Yunan'ın eseri kabul ediyor. Bugünlere "en iyi çözüm, çözümsüzlüktür" anlayışıyla geldik. Ancak sonunda da duvara dayandık. 58. ve 59. Hükümetler, bu anlayışı terkle gerçekçi siyasetler gütmeye başladılar. AB'ye girmek bir devlet arzusu olduğuna göre bunu temin hükümetin vazifesidir. Müzakere tarihi alındı, müzakereler başladı. Ama şu yakınlarda da o müzakerelerin devamı tehlikeye girdi. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ikilisi, dönem devleti Finlandiya üzerinden mütekabiliyet esasına dayalı olarak Rumlara bir liman ve bir hava alanı açma teklifini götürdüler. Yapılan izahata nazaran bu fikir henüz ham haldedir. Yazılı belge haline gelmemiş. Sözlü safhada bulunduğu için de Çankaya, Genelkurmay ve diğer ilgili kurumlara bilgi verilip görüş alınmamış. Yahut verilen bilgi layıkıyla anlatılamamış. Veya anlaşılmamış. Şimdi bir çapraz durumla karşı karşıyayız. Bizzat batı basını, hatta Atina, ters köşeye yattıklarından söz ediyor. AB teklifimize sıcak bakmakta. Bunu avantaja dönüştürmek varken kurumlarla hükümet karşılıklı ithamlarla birbirlerini hırpalamaya başladılar. Sert açıklamalar yapılmakta. Bu doğru değil. Kol kırılır yen içinde. Ehemmiyetli olan devlet politikasında mesafe almak. Aşılması gereken dağları aşmak. Usul, erkân, kusur-kabahat sonra konuşulur. Artık çözümsüzlüğü çözüm kabul etmiyoruz. Yeni siyasetimizde gerçekçilik esas olduğuna göre aldıklarımız-verdiklerimiz olacak. Yekûnda kârda mıyız, zararda mıyız ona bakmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan vakti gelince elbette haberdar edecektik diyor. Fakat daha mutedil konuşarak demeli. Kabul edelim ki usul hatası işlenmiş. Ne yapalım şimdi, müzakerelere mi devam edelim, kavga mı edelim? Kavga mı? Evlerden ırak olsun. Kavga hep kaybettirmedi mi? Bir keresinde ne demiştik? "Türk'ün Türk'ten başka düşmanı yoktur..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.