Suriye'de göklerden ateş yağar, yer yerinden oynarken ABD ve RF dışişleri bakanları John Kerry ve Sergey Lavrov, telefonla görüştüler. Ardından bir daha görüştüler. Onları Rus ve Amerikan başkanlarının görüşmeleri takip etmekte. Konu, DAEŞ hariç ateşkesi sağlamak, çarpışmaları durdurmak.
O zaman şu soru nasıl sorulmaz?
-Bu iş mademki bu kadar basitti, Münih'te üstünkörü bir toplantı ve ardından da iki dışişleri bakanı ve iki devlet başkanının telefonla konuşmasıyla halledilecek gibi idiyse mezalim neden bugüne kadar seyredildi? Neden yarım milyon insanın ölmesi, 10 milyon insanın mülteci durumuna düşmesi, yüzlerce sayıdaki mültecinin Akdeniz ve Ege sularında boğulması beklendi?
Bu sorunun belki de günümüzde karşılığı olmayacaktır. Ne "Arap Baharı"nın gelmesi, ne DAEŞ diye bir muammanın ortaya çıkması ve ne de Muhalifler Esad'ı sıkıştırmışken Rusya'nın birden devreye girip zalime can suyu vermesi hep tuhaftır, izahsızdır ve karanlıktır.
Barack Obama ve Vladimir Putin, en son BM'de buluşmuşlardı. Dünyanın bildiği bu iki liderin temsil ettiği devletlerin yekdiğerine muhalifliğidir. Ama iki devlet reisinin BM'de tokalaşmalarından hemen sonra Rusya, "DAEŞ'le mücadele edeceğiz!" bahanesiyle Suriye'ye daldı. Ancak DAEŞ'i değil, rejim muhalifleri ve Bayır-Bucak Türkmenlerini bombaladı.
Rusya, İran, Suriye rejimi müttefik olmuştu. Amerika ise Rusya ile üstü örtülü müttefik hâline gelmişti. YPG Amerika'ya kara ordusu gibi yakındı. Bir tek Almanya bizimle birlikte hareket ediyordu. Bir de Suudi Arabistan sayılabilir. Fakat bu iki devlet de ihtiyatla yaklaşacağımız konumdadır. İttihadçılar, Almanya'nın Türkiye üzerinden Orta Asya ve Uzak Doğuya açılabilmesi için Almanya uğruna, bir imparatorluğu harcadığı unutulamaz. Suudilerse imparatorluğa silah çekmiş, İngilizlerle bize karşı ortak hareket etmişlerdi. Dahası DAEŞ'i besleyen selefi itikat Vehhabi kökten kaynaklanmakta.
Bütün bunlar yaşanırken değişik şehirlerimizde terör saldırıları olmaktaydı. En son olarak önce Sultanahmet'te DAEŞ saldırısı meydana geldi. Ölümler yaşandı. Sonra Ankara'da YPG saldırısıyla yine ölümler yaşandı. Fakat kimse taziye için evimizin kapısını çalmadı. Çünkü ölenler Fransız, İngiliz Alman vs değildi.
Ne yapılırsa yapılsın, kimin hesabı ne olursa olsun Türkiye, hadiselerin seyircisi olmadı. Teröre de baskılara da papuç bırakmadı. Rusya, uçağını düşürtmek için bize sataştıysa lazım gelen yapıldı. PYD ummadığı şekilde bombalandı ve bombalanıyor. Dost ve düşman kararlılığımızı gördü. İçerde Barış Süreci için en insani duruş sergilenmiş fakat ihanet görülmüştü. Bu ihanet cezalandırıldı. Dışarıda Amerika'dan yüz bulanlar taarruz edince onlar da cezalandırıldılar.
Mültecilere, mazlumlara şefkatle kucak açılırken zalimlere, hainlere, teröristlere de Osmanlı Tokadı indiriliyordu.
Rusya’nın şantajları, ithalatı durdurma tehditleri, turist göndermeme baskılarıyla Avrupa ve Amerika'nın samimiyetsiz davranışları, hatta BM'nin münasebetsizlikleri ile NATO'nun gamsızlığı Türkiye'yi vakur duruşundan caydıramadı.
Aksine.. CB Recep Tayyip Erdoğan:
-Meşru müdafaa hakkımızı kullanıyoruz. Karşımıza kim çıkarsa çıksın gereğini yaparız! İcabında angajman kurallarının sınırlarını genişletiriz! diyerek en net tavrı ortaya koydu. Bizim tavizsiz, kararlı ve cesur tavrımız, savaşı başlatanları barışa mecbur etmiştir.