Ona herkes yaşına göre "Zülkifil ağabey", "Zülkifil amca", "Zülkifil dede" derdi. Tanıştığımızda orta son veya lise bire gidiyorduk. Diyarbakır Ergani'sindendi. O dönemde Adana'da boya-badana işleri yapardı. Sonra İstanbul'a geldi. Hak aşığı bir insandı. Aklı-fikri bu millet ve onun değerlerindeydi. Zülkifil ağabey, yapayalnız yaşamayı tercih etmişti. Kimi, kimsesi yok değildi ama o bir başına kalmış, etrafından hicret etmişti. Neden böyle yaptığını da pek kimse bilmedi. Çünkü nazik bir konu olduğundan konuşmalarda bu taraf açılmazdı. Belki ilkokulu bitirmişti, fakat değme ilahiyatçı eline su dökemezdi. Kuru ilim değil, ihlas sahibiydi. Dosdoğru inanmış, dosdoğru yaşamaktaydı. Her mevcudunu inandığı değerler uğruna feda etmişti. Bu dünyanın hiçbir kıymetine metelik vermedi. Bir süredir rahatsızdı, zayıf bünyesi, daha da erimiş, bir deri bir kemik kalmıştı. En son Cuma günü, iki arkadaşla Türkiye Hastanesindeki odasında ziyaret ettik. Beklenen akıbetin yakın olduğu seziliyordu. Kucaklaşıp helalleştik, vedalaştık. O veda 40 yıla yakın bir dostluğun vedasıydı. Sade bir hayat sürdü, güzel bir sonla bu dünyadan ayrıldı. Tabutu taşınırken arkasından ağlayan yoktu. Tam tersine herkes ya dua ediyor, ya güler yüzle birbirine bir şeyler anlatıyordu. Yüzlerce ter-temiz mü'min tarafından uğurlandı. Bu insanlar, o ânda dahi nasıl gülebilmekteydi? Çünkü, herkes meleklerin de Zülkifil ağabeyi güler yüzle karşılayacağına öyle emindi ki. Kendisini tanıyıp da bir bardak çayını içmeyen yok gibidir. Hayattayken bu millete çok dua etti. Şimdi sıra hayatta olanlarda. Yüce Allah, kabir rahatlığı versin. İsimsiz kahramanlar aramızdan hiç eksilmesin.