Türkiye'de, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nden bugüne kadar büyüklüğü 2.5'i geçen irili-ufaklı 11 bin 351 deprem meydana gelmiş. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nün verdiği bilgiye göre, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nden sonra deprem gerçeğiyle yaşamaya çalışan Türkiye'de bugüne kadar sismoloji laboratuvarındaki cihazlar tarafından 2.5 büyüklüğün üzerinde toplam 11 bin 351 deprem kaydedilmiş. Türkiye'de bu süre zarfından günde ortalama 8 deprem hissedilirken, yurdun çeşitli yerleri 3 saatte bir sallanmış oldu. Marmara'yı yerle bir eden 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinin ardından bugüne kadar yaşanan en büyük deprem, Bingöl'de 6.4 büyüklüğünde 1 Mayıs 2003 tarihinde meydana geldi. Yaşanan depremlerde aylara bakıldığında ise, sarsıntıların ağırlıklı olarak mayıs ayında meydana geldiği görüldü. 2003 yılının mayıs ayında büyüklüğü 2.5'in üzerinde 723 deprem gerçekleşti. Bütün bu veriler bize deprem riski olan bir ülke olduğumuzun resmi ispatı anlamına geliyor. 16 Ağustos tarihli gazetemizin manşet yaptığı TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Naci Görür'ün dile getirdiği "enkazda kalın, devlet kurtarır" anlayışının bedelini her depremden sonra ödüyoruz. Bu sebeple bilim adamı Görür de; Tabiri uygunsa parmağını yaranın tam üzerine basıyor. Ama hasta ağır narkozlu tık yok... Muhtemel büyük bir deprem ile ilgili olarak yapılan bütün yatırımlar deprem sonrasına ait. Tedbirler ve yapılanlar Ama yaşanan acı tecrübelere rağmen son büyük Bingöl depreminde bir kez daha görüldü ki işin suçlusu bulunamıyor. Toprak altında kalan masum canların müsebbibi; kimilerine göre devlet, kimilerine göre müteahhit, kimilerine göre sistem vs... Oysa masum insanımız, çocuklarımız o beton yığınlarının altında kalırken, sadece yakınlarının yürekleri yandı beyler... Görülen o ki insanımızı deprem değil, devletin denetimsizliği vuruyor!.. Neden mi? Derme çatma kerpiçten binalar ayakta kalırken, 3 yıl önce inşa edilen yapılar çöküyor, kamu binaları büyük hasar görüyor da ondan... Umarım 'acı' yaşamayız Ama bugün çıkan onca yasa ve yönetmeliklerin ne kadar uygulandığını umarız acı bir tecrübeyle öğrenmeyiz. Çünkü biliyorum ki, hâlâ kaçak yapılar mantar gibi.. Cezasını ödeyenler de ruhsatlarını bal gibi alıyorlar veya ruhsat almadan da bu binaların suyu bağlanıyor, elektriği çekiliyor, doğalgazı geliyor. Peki bütün bu imkanlardan yararlanan kişiler neden gidip ruhsat peşinde dolaşsınlar. Zaten almak istediği bütün hizmetlerden sonuna kadar yararlanıyor. Şehirlerimizi mahveden arazi talanının, yağmanın, gecekondulaşmanın temelinde bu hizmetlerin götürülmesi yatıyor. Diğer yandan 3 kat imar izni olan yere 10 kat imara göz yuman belediye başkanlarımız var. Bence problem de çözüm de burada. Kanun gönüllülük prensibine dayalı değil, bir zorunluluktur.